KÜLTÜR
ENDÜSTRİSİNİ
YENİDEN
DÜŞÜNÜRKEN
Theodor W. Adorno
Çeviren: Bülent O. Doğan
“COGİTO” Dergisi, Yaz -2003
Kültür endüstrisi terimi yanılmıyorsam ilk defa 1947'de, Amsterdam'da
Horkheimer'la birlikte yayımladığımız Aydınlanmanın Diyalektiği'nde kullanıldı.
Müsveddelerde “kitle kültürü” terimini kullanmıştık. Fakat daha sonra, yandaşlarının
işine gelecek yorumları dışarıda bırakmak amacıyla kitle kültürü yerine “kültür
endüstrisi” terimini kullanmayı uygun bulduk; ne de olsa onun, kitlelerden
kendiliğinden çıkan bir kültür sorunu olduğunu ortaya atabilirler, onu popüler
sanatın çağdaş formu sayabilirlerdi ki bu ikincisinin kültür endüstrisinden kesin
olarak ayırt edilmesi gerekir. Kültür endüstrisi eski olanla tanıdık olanı yeni bir
nitelikte birleştirir. Kitlelerin tüketimine göre düzenlenen ve büyük ölçüde o
tüketimin yapısını belirleyen ürünler, tüm sektörlerde az çok bir plana göre üretilir.
Tüm sektörler yapısal olarak benzerdir ya da en azından birbirinin açıklarını
kapatarak, neredeyse tamamen gediksiz bir sistem oluştururlar. Bunu olanaklı kılan
sadece çağdaş teknik olanaklar değil, aynı zamanda ekonomik ve yönetsel
yoğunlaşmadır. Kültür endüstrisi kasıtlı olarak tüketicileri kendisine uydurur
Binyıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat düzeylerini, her ikisinin de zararına bir
araya gelmeye zorlar. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki spekülasyonlarla
yok edilirken, düşük sanatın önemi de, (toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece)
içinde barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni sınırlamalarla yok
edilmektedir. Böylece, kültür endüstrisi yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve
bilinçaltını yönlendiriyor olmasına rağmen, kitleler birincil değil, ikincil role düşerler
ve hesaplanabilir nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici, kültür
endüstrisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi hükmedici ya da özne değil, aksine
nesnedir. Özellikle kültür endüstrisi için biçimlendirilmiş olan kitle iletişim araçları
terimi, vurguyu nispeten zararsız bir alana kaydırmakta çok işe yaramıştır. Gerçekte
ne öncelikle kitlelerle, ne de iletişim tekniklerinin gelişimiyle bir ilgisi vardır, aksine
onları dolduran ruhla, sahiplerinin sesiyle ilişkilidir. Kültür endüstrisi kitlelerle
ilişkisini kötüye kullanarak, verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya ve
güçlendirmeye çalışır. Her ne kadar kültür endüstrisi kitlelere uyum sağlamadan
varolamayacak olsa da, kitleler onun ölçütü değil ideolojisidir.
Brecht ve Suhrkamp'ın otuz yıl önce ifade ettiği gibi, endüstrinin kültürel malları,
özgül içerikleri ve yapılarındaki uyuma göre değil, piyasada gerçekleşen değerlerine
göre yönetilir. Tüm kültür endüstrisi pratiği, kâr güdüsünü dolaysız olarak kültürel
formlara aktarır. Bu kültürel formlar piyasaya sürülen mallar olarak yaratıcılarının
geçimini sağlamaya başladığından beri zaten bu niteliğe kısmen sahipti. Fakat o
sırada kâr arayışı dolaylıydı, sanat eserinin bağımsız özünün ötesindeydi. Kültür
endüstrisinde yeni olan, en tipik ürünlerindeki kesin ve iyi hesaplanmış faydanın
dolaysız ve saklanmayan önceliğidir. Asla ve asla bütünüyle baskın çıkamayan ve
daima çeşitli etkilerle biçimlenen sanat eserinin özerkliği, kültür endüstrisi
tarafından, denetim mekanizmasının iradesi dâhilinde ya da dışında, bilinçli bir
biçimde ortadan kaldırılır. Bu anlamda denetim mekanizması sadece iktidarı
ellerinde bulunduranları değil, verilen talimatları yerine getirenleri de kapsar.
Ekonomik terimlerle konuşacak olursak, bu güruh ekonomik anlamda en gelişmiş
ülkelerde sermaye için yeni olanakların arayışı içindedir. Eski olanaklar, kültür
endüstrisini her yerde hazır ve nazır bir fenomen olarak mümkün kılan yoğunlaşma
sürecinin sonucunda gittikçe daha güvenilmez bir hale gelmiştir. Gerçek anlamda
kültür, yalnızca kendisini insanlara uydurmakla kalmıyor, bunu yaparken aynı anda
içinde yaşadıkları taşlaşmış ilişkilere bir karşı koyuşla onları onurlandırıyordu. Oysa
bugün, kültür bu taşlaşmış ilişkilerin içinde çözünmüş ve onlarla bütünleşmiş
olduğundan, insanlık onurunu bir kez daha yitirmiştir; kültür endüstrisinin tipik
kültürel varlıkları artık diğer niteliklerinin yanında mal niteliğini taşımaz, bütünüyle
mala dönüşmüştür. Bu niceliksel değişim o kadar etkilidir ki yepyeni bir fenomen
ortaya çıkarmıştır. Sonuçta, kültür endüstrisinin, kökeninde yatan kâr güdüsü
ideolojisini dört bir yana saçmasına bile gerek kalmamıştır. Bizzat kâr güdüsü onun
ideolojisinin nesnesi haline gelmiş ve her koşulda yerine getirilmesi gereken, kültürel
malların satılma zorunluluğundan bile bağımsızlaşmıştır. Kültür endüstrisi birer
birer şirketlerden ya da satılabilir nesnelerden bağımsız olarak halkla ilişkilere, kendi
başına “itibar” üretimine yönelmiştir. Böylelikle ortaya de facto bir uzlaşma, tüm
dünya için üretilen reklâmlar çıkmış ve kültür endüstrisinin her ürünü kendi
kendisinin reklâmı haline gelmiştir.
Yine de, edebiyatın bir mala dönüşme sürecine damgasını vuran karakteristikler
korunmaktadır. Her şeyden önce, kültür endüstrisinin bir ontolojisi, örneğin
onyedinci yüzyıl sonu ve onsekizinci yüzyıl başı ticari İngiliz romanlarından kolayca
çıkarılabilecek tutucu nitelikte temel kategorilerden oluşan bir yapısı vardır. Kültür
endüstrisinde ilerleme olarak gösterilen, sürekli yeni diye yüceltilen her şey, başsızsonsuz
bir aynılığı gizlemektedir; bu bağlamda değişimler, kültüre ilk egemen olduğu
günden beri kâr güdüsü ne kadar değiştiyse o kadar değişmiş olan bir iskeleti
maskelemektedir.
Bu nedenle, “endüstri” teriminin ilk anlamında alınmaması yerinde olur. Bu terim
doğrudan doğruya üretim sürecini değil, kültürel malın standardizasyonunu –her
sinema seyircisinin aşina olduğu Western filmlerinde olduğu gibi– ve dağıtım
tekniklerinin rasyonelleştirilmesini anlatmak amacıyla kullanılmaktadır. Kültür
endüstrisinin ana sektörü olan sinemada üretim süreci, geniş bir işbölümündeki,
makine kullanımı ve –kültür endüstrisi içinde aktif olan sanatçılarla onu yönetenler
arasındaki uzun süreli çatışmada ifadesini bulan– emekçilerin üretim araçlarından
ayrılması vb teknik işleyiş tarzlarını anımsatsa da bireysel üretim formları yine de
korunmaktadır. Her ürün bireysel bir hava taşır, bireyselliğin kendisi, bütünüyle
şeyleştirilerek sunulan nesnenin dolaysızlıktan ve hayattan kaçıp saklanılacak bir
sığınak olduğuna dair bir yanılsama yaratıldığı ölçüde, ideolojinin güçlendirilmesine
yarar. Her zaman olduğu gibi bugün de, kültür endüstrisi üçüncü kişilerin
“hizmetindedir”, sermayenin gerileyen dolaşım süreçlerine ve varlık sebebi olan
ticarete yakınlığını korur. İdeolojisi her şeyden çok bireysel sanattan ve onun ticari
sömürüsünden ödünç alınmış yıldız sistemine dayanır. Kültür endüstrisinin işleyiş
yöntemleri ve içeriği insani olmaktan ne kadar uzaklaşırsa, o kadar gayretli ve başarılı
bir şekilde, sözde yüce kişilikleri yaygınlaştırır ve başarıyla işgörür. Bu terim
teknolojik rasyonelleştirmeyle aktüel anlamda üretilen herhangi bir şey olarak değil,
daha çok sosyolojik anlamda, herhangi bir şey üretilmediği zaman dahi –büro
işlerinin rasyonelleştirilmesi gibi– endüstriyel örgütlenme formlarının
ortaklaştırılması anlamında endüstriyeldir. Yine bu anlamda, kültür endüstrisinin
yanlış yatırımları hatırı sayılır miktardadır ve yeni tekniklerin geliştirilmesiyle
modası geçen sektörler krize girer, fakat bu yeni teknikler nadiren iyiye doğru
değişimler getirir.
Kültür endüstrisindeki teknik kavramı, sanat eserlerindeki teknikle sadece ad
bakımından benzeşir. Sanat eserlerinde teknik, bizzat nesnenin iç örgütlenmesi,
özgün içsel mantığıyla örgütlenmesiyle ilgilidir. Kültür endüstrisindeki teknik ise tam
aksine, başlangıçtan itibaren dağıtım ve mekanik yeniden üretimle ilgilidir ve bu
yüzden daima nesnesine dışsal kalır. Kültür endüstrisi, ürünlerinde içerilen
tekniklerin potansiyellerinden özenle kendini koruduğu ölçüde ideolojik destek
bulabilir. Malların maddi üretiminde uygulanan aşırı sanatsal teknikten bir parazit
gibi faydalanarak yaşar ve bunu yaparken işlevselliği tarafından ima edilen içsel
sanatsal bütüne karşı yükümlülüğünü ihmal eder, estetik özerkliğin gerektirdiği
biçimsel yasaları umursamaz. Kültür endüstrisinin fizyonomisi bir yanda verimliliği
arttırıcı, fotografik katılık ve kesinliğin bir karışımından, öte yanda bireysel kalıntılar
ve yine rasyonelleştirilip uyumlu kılınan romantizmden oluşur. Benjamin'in
geleneksel sanat eserini aura kavramıyla yani var olmayan bir şeyin varlığıyla
gösterme anlayışını kabul edersek, kültür endüstrisini aura kavramının karşısına bir
şey koymaması, onun yerine çürümekte olan aura'yı yoğun bir sis olarak korumasıyla
tanımlayabiliriz. Kültür endüstrisi bu şekilde kendi ideolojik suçlarını ele verir.
Yakın geçmişte kültür araştırmacıları ve sosyologlar arasında kültür endüstrisinin
küçümsenmesine karşı uyarılarda bulunma ve tüketici bilincinin gelişimindeki büyük
önemine işaret etme alışkanlığı peyda oldu. Gerçekten de, kültürel seçkinciliğe
kaçmamak, bu kavramı ciddiye almak gerekiyor. Kültür endüstrisi, günümüzde
egemen olan anlayışın bir uğrağı olarak büyük önem taşır. İnsanların kafasına
doldurduğu şeyleri şüpheyle karşılayıp onun etkisini görmezden gelmek nahiflik
olacaktır. Ama yine de, onu ciddiye almamız yolundaki uyarıda aldatıcı bir parıltı
vardır. Kültür endüstrisinin niteliği konusunda sorunlar ortaya atmak, doğruluğu ya
da yanlışlığından bahsetmek, ürünlerinin estetik düzeyini sorgulamak gibi girişimler,
toplumsal rolü nedeniyle engellenmekte ya da en azından bu sözde iletişim
sosyologları tarafından dışlanmaktadır. Yapılan eleştiriler küstahça bir anlaşılmazlığa
sığınmakla suçlanmaktadır. Ağır ağır, sezdirmeden artmakta olan önemin ikili
doğasına dikkat çekmek ilk yapılacak iş olmalıdır. Sayısız insanın hayatına temas etse
bile, bir şeyin işlevi onun tikel niteliğinin garantisi değildir. Estetiğin kendisiyle
estetiğin artık iletişimsel yönlerini gelişigüzel karıştırmak, toplumsal bir fenomen
olarak sanatı, sözde sanatsal züppeliğin karşısında haklı bir konuma değil, zararlı
toplumsal sonuçlarının çeşitli savunma yollarına götürür. Kültür endüstrisinin
kitlelerin ruhsal yapısındaki önemli rolü, hiç değilse kendini pragmatik gören bir
bilim tarafından, onun nesnel meşruluğu ve özsel nitelikleri üzerine düşünülmesini
gereksiz kılmaz. Tersine, tam da bu nedenle onlar üzerine düşünmek zorunludur.
Kültür endüstrisini sorgulanmamış rolü ölçüsünde ciddiye almak, onu alabildiğine
ciddiye almak ve tekelci karakterini gözardı etme korkaklığına düşmemek demektir.
Bu fenomenle uzlaşma ve hem çekincelerini belirtme, hem de onun gücüne olan
saygılarını ifade edecek genel bir formül bulma derdinde olan bu aydınlar,
kendilerine zorla attırılan geri adımlardan yeni bir yirminci yüzyıl miti yaratmayı
henüz başaramamışlarsa bile, yazılarında ironik bir hoşgörünün egemen olduğu
açıktır. Ne de olsa herkes biliyor bu aydınların hangi cep romanlarını, basmakalıp
filmleri, dizi halinde yayımlanan, ailelere yönelik televizyon programlarını, her derde
bir çare köşelerini ve fal sütunlarını savunduklarını. Onlara göre tüm bunlar
zararsızdır ve her ne kadar yaratılmış da olsa bir talebe karşılık verdikleri için
demokratik bile sayılırlar. Aynı zamanda insanlara türlü türlü faydası olduğuna,
mesela bilginin, hayat derslerinin, gerilimi azaltıcı davranış biçimlerinin yayılmasını
sağladığına da dikkat çekerler. Ama halkın nasıl politik anlamda güdümlü bir biçimde
bilgilendiğini araştıran her sosyolojik araştırmanın gösterdiği gibi, yayılan bilgi sınırlı
ve vasattır. Üstelik kültür endüstrisinin verdiği malzemeden çıkarılacak dersler
mantıksız, banal ya da kötülüğe yönelticidir ve davranış modelleri de utanmazlık
derecesinde uygitsincidir.
Bu köle ruhlu aydınlarla kültür endüstrisi arasındaki ilişkide görülen ikili ironi sadece
onlara özgü değildir. Tüketicinin bilinci de kültür endüstrisi tarafından satılan
eğlence reçeteleriyle, kültür endüstrisinin faydaları konusunda pek de saklı gizli
olmayan bir şüphe arasında ikiye bölünmüş durumdadır. İnsanlar sadece deyişteki
gibi tongaya basmakla kalmaz, en küçük bir mutluluk vaadinde dahi, altında yatanı
görebilecekleri bir aldanmayı arzularlar. Adeta kendilerinden nefret ederek, göz
kapaklarını kapanmaya, seslerini onaylamaya zorlarlar, ne için üretildiğinin eksiksiz
bir bilgisiyle, haksızca önlerine konanı alırlar. Kabul etmeseler de, hiçbir değer
taşımayan tatmin edici mallardan uzak kaldıklarında hayatlarının iyice çekilmez
olacağını hissederler.
Kültür endüstrisinin en azimli savunucuları bugün bu endüstrinin (bizim kuşkusuz
ideoloji olarak adlandırabileceğimiz) tutumunu, düzenleyici bir etken olarak
gösteriyorlar. Kaos içinde olduğu söylenen bir dünyada insanlara bir nevi
konumlanma ölçütü vermesi bile tek başına takdire değer sayılıyor. Oysa
savunucularının kültür endüstrisinin koruduğunu hayal ettiği şey, aslında onun
tarafından tamamıyla yok ediliyor. İnsanların birbirine yakınlaştığı meyhaneler ve
kahvehaneler renkli film tarafından bombalardan daha kesin bir biçimde yerle bir
ediliyor, film imago'sunu yok ediyor. Filmlerin konu edinip işlediği hiçbir yurt,
üzerinde yetişen emsalsiz karakteri birbirinin yerine geçebilir bir aynılığa dönüştüren
filmler karşısında, yurt olarak kalmaya devam edemez.
Kültür tanımını meşru bir biçimde elde eden şey, acı ve çelişkinin ifadesi olarak, iyi
yaşam fikri konusunda bir kavrayışı korumaya çalışmıştır. Kültür endüstrisinin
varolan gerçekliği iyi yaşamın ta kendisi gibi göstererek iyi yaşam fikrinin üstünü
örtmek için kullandığı, sanki iyi yaşamın gerçek ölçütüymüş gibi sunduğu, törel ve
artık bağlayıcılığı olmayan düzen kategorilerinin, ya da salt varolanın; kültür
tarafından temsili mümkün değildir. Kültür endüstrisi temsilcilerinin sanatla
uğraşmadıkları yönünde bir tepki vermeleri bile bir ideolojidir ki, sektörün yaşam
kaynağını sağlayanlar konusundaki sorumluluktan kaçmalarına yarar. Hiçbir
kötülük, kötülük olarak tarif edilmekle düzeltilememiştir.
Somut özgüllük olmadan tek başına düzene başvurmak boşa kürek çekmektir; öte
yandan gerçeklikte ya da bilinç karşısında kendini hiçbir zaman kanıtlayamayan
normların yayılmasına başvurmak da aynı derecede boştur. Nesnel ve bağlayıcı bir
düzen düşüncesi insanlara dayatılmaktadır, çünkü onlara göre çok eksiklidir, içsel
olarak ve insanlar karşısında kendini kanıtlamadıkça hiçbir iddiası yoktur. Fakat
kültür endüstrisinin hiçbir ürünü böyle bir işe girişmez. İnsanların beynine çakmaya
çabaladığı düzen kavramları daima statükonun kavramları olmuştur. Onları kabul
edenlerin gözünde hiçbir anlamları kalmasa bile, sorgulanmaz, çözümlenmez,
diyalektik olmayan bir şekilde varsayılmış olarak kalırlar. Kantçı buyruğun aksine,
kültür endüstrisinin kategorik buyruğu artık özgürlükle hiçbir ortak yana sahip
değildir. Şöyle der: Neye uyacağınız belirtilmemiş olsa dahi uyacaksınız; gücüne ve
her an her yerdeliğine bir refleks olarak, herkesin, öyle ya da böyle düşündüğü şeye,
öyle ya da böyle varolana uyum sağlayacaksınız. Kültür endüstrisinin ideolojisi o
kadar güçlüdür ki bilincin yerini uygitsincilik almıştır. Kültür endüstrisinden fışkıran
düzen hiçbir zaman olduğunu iddia ettiği şeyle ya da insanların gerçek çıkarlarıyla
karşı karşıya konmaz. Düzen kendi başına iyi değildir. Ancak iyi bir düzen iyi olabilir.
Kültür endüstrisinin bunu bilmezden gelmesi ve düzeni kendi başına göklere
çıkarması, aktardığı mesajların yetersizliğini ve yanlışlığını da beraberinde getirir.
Kafası karışmışlara yol gösterme iddiasıyla onları aldatarak mevcut çatışmaların
yerine sahte çatışmalar koyar. Onların çatışmalarını sadece görünüşte, gerçek
yaşamlarında çok zor uygulanabilecek biçimlerde çözer. Kültür endüstrisinin
ürünlerinde insanlar ancak zarar görmeden kurtulacaklarsa başları derde girer ve
genelde onları kurtaran da hayırsever bir kolektifin temsilcileri olur; ondan sonra boş
bir ahenk oluşur, daha başlangıçta çıkarıyla taleplerinin uzlaşmaz olduğu anlaşılan
çoğunlukla uzlaştırılır. Kültür endüstrisi bu amaçla, kavramsal olmayan alanlarda
bile formüller geliştirmiş ve örneğin hafif müziği ortaya çıkarmıştır. Burada da insan
bir karmaşaya düşer, ritmik sorunlar yaşar ve bu sorunlar anında basit bir temponun
zaferiyle çözülür gider.
Fakat kültür endüstrisinin savunucuları bile insanlar için nesnel ve asıl olarak yanlış
olanın, aynı zamanda öznel anlamda iyi ve doğru olamayacağı konusunda Platon'a
karşı çıkamazlar. Kültür endüstrisinin uydurmaları ne mutlu bir hayatın, ne de ahlaki
sorumluluğa götüren yeni bir sanatın rehberi olabilir, onlar ancak, büyük çıkar
çevreleri tarafından çizilen çizgiden çıkmamaları için insanlara öğüt vermeye
yarayabilir. Yaygınlaştırmaya çalıştığı uzlaşma görünmez, şeffaf olmayan bir yetkeyi
güçlendirir. Kültür endüstrisi asıl anlamı ve mantığı değil de faydası bakımından,
gerçeklikteki konumu ve ortada bulunan iddiaları açısından değerlendirilecek olursa;
dikkatler onun daima başvurduğu fayda konusuna yöneltilecek olursa, yapacağı
etkinin potansiyelinin iki kat daha fazla olduğu anlaşılacaktır. Ama bu potansiyel,
gücün yoğunlaşması sayesinde, çağdaş toplumun güçsüz bireylerinin mahkûm olduğu
tanıtım ve insan zayıflıklarının sömürülmesinde yatar. Bu bireylerin bilinci daha da
geriler. Bazı alaycı ABD'li film yapımcılarının on bir yaşındakileri de göz önüne alarak
film çekmek durumunda olduklarını söylemeleri bir rastlantı değil. Ellerinde olsaydı,
böyle yaparak yetişkinleri de on bir yaşına indirmek için canlarını verebilirlerdi.
Kültür endüstrisinin tekil bir ürününün geriletici etkilerini açıkça ortaya koyan
sağlam bir araştırmanın henüz yapılmadığı doğrudur. Ancak, yaratıcı düşünmeyle
düzenlenen bir araştırmanın, sermaye gruplarının rahatını kaçıracak sonuçlara
ulaşacağına hiç kuşku yok. Ne olursa olsun, damlayan suyun zamanla taşı deleceğini
tereddüt etmeden söyleyebiliriz, özellikle de kitleleri saran kültür endüstrisi
sisteminin, sapmalara giderek daha az hoşgörü gösterdiğini ve hiç durmadan aynı
davranış kalıpları üzerinden hareket ettiğini düşünecek olursak. Ancak ve ancak
bilinçaltının derinliklerindeki güvensizlik, sanatla görgül gerçeklik arasındaki farkın
kitlelerin ruhsal doğasındaki son kalıntısı, neden uzun zamandır dünyayı kültür
endüstrisi tarafından kurulduğu biçimiyle algılamadıklarını ve kabullenmediklerini
açıklayabilir. Kültür endüstrisinin verdiği mesajlar iddia edildiği kadar zararsız olsa
bile –ki pek çok durumda zararlı oldukları açıktır, örneğin aydınları tipik
karakterlerle temsil ederek onlara yönelik antipropagandaya katkı sağlayan filmler–
bu mesajlarla öne çıkardığı görüşlerin zararlı olduğu açıktır. Bir astrolog herhangi bir
günde okuyucularına dikkatli araba kullanmalarını tavsiye ederse, bunun gerçekten
de kimseye zararı olmaz, fakat bunun altında yatan, her gün geçerli olan ve tam da bu
yüzden belli bir günde özellikle tekrarlanması aptalca görünen bir tavsiyenin
doğrulanması için yıldızlara bakmak gerektiği gibi sersemletici bir fikir, alabildiğine
zararlıdır.
İnsanın bağımlılaşması ve köleleşmesi, yani kültür endüstrisinin yok edici etkisi,
ABD'de yapılan bir programda halktan bir kişinin, insanlar ünlü karakterleri taklit
ederlerse çağımız sorunlarının yok olacağı yönündeki görüşünden daha iyi bir
biçimde tarif edilemezdi. Kültür endüstrisi, ikiyüzlüce önüne geçtiği mutluluktan
insanları uzaklaştırmak için aldatıcı bir memnuniyet duygusunu devreye sokmakta,
dünyanın tam da kültür endüstrisinin istediği gibi olduğu fikriyle bir refah havası
yaratmaktadır. Kültür endüstrisinin asıl etkisi aydınlanma karşıtlığında kendini
göstermektedir ve doğaüstündeki gittikçe artan teknik egemenlik olarak aydınlanma,
Horkheimer'la benim daha önce de yazdığımız gibi, kitleleri aldatma haline gelmekte,
bilinci zincire vurma yöntemine dönüşmektedir. Kendi başlarına bilinçli olarak
yargılayan ve karar veren özerk, bağımsız bireylerin gelişimi önünde bir engel olarak
durmaktadır. Böyle bireyler, güçlenmek ve gelişmek için olgun insanlara ihtiyaç
duyan demokratik toplumun olmazsa olmaz önkoşuludur. Eğer kitleler sırf kitlelere
dönüştükleri için hakir görülüyorsa, şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki, onları
kitlelere dönüştürüp küçük düşürme, devrin üretim güçleri ne kadarına izin veriyorsa
o kadar olgunlaşmalarını sağlamak için, özgürleşmelerini engelleme konusunda
kültür endüstrisinin rolü çok büyüktür.
Etiketler: Sosyoloji
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa