Nıetzsche Felsefesine Kısa Bir Bakış
Nıetzsche Felsefesine Kısa Bir Bakış
© Yazan Psk.Burçak DEMİRKAN
Nietzsche'yi özel kılan nedir? Başkaldırısı mı, aykırılığı mı, yıkıcılığı mı, yoksa bunların hepsini kapsayan sıra dışı biri olması mı? Hepsi. O tam anlamıyla bir Antiklerikal ve büyük bir Anti-Hıristiyan'dı. Nietzsche felsefesinde içselleştirilmiş olan bu kavramlar onun ayrıca deccal olarak kötü bir ün yapmasını sağladı.
Ona "deccal" lakabını veren felsefesinin temelini oluşturan şey, 19. ve 20. yüzyıla damgasını vuran birçok kitabında sergilediği çarpıcı aforizmalarıydı. Kimilerine göre bu aforizmalar çağ atlatan, kimilerine göre ise modernite karşıtı analizlerdi. Özellikle Yahudi ve Hıristiyan cemaatinin çemberinde gelişen bu haklı önyargı, Nietzsche felsefesinin tamamıyla İsa karşıtı ve eski ahit düşmanı bir düşünce silsilesi olduğu yönündeydi.
Nietzsche'nin felsefeye en büyük katkılarından biri de kuşkusuz kendi deyimiyle "değerlerin değerlere oranla değerden düşmesi" özüne dayanan Nihilist Düşünce sistematiğiydi. Bu anlayışa göre Nietzsche tüm dini referanslı felsefeye ve söylemlere ateş püskürerek, hepsine hakaretler yağdırıyordu. Çünkü ona göre "tanrı çoktan ölmüştü"; ona göre insan artık silkinmeliydi ve kendi yaratacağı değerlere göre yeni bir dünya yaratmalıydı. Felsefesinin asıl güç noktasını oluşturan Nihilizm, kendi cümleleriyle ona şu misyonu yüklüyordu: "Neden böylesine yumuşaksınız, kaçkınsınız, dayanaksızsınız, neden yüreklerinizde öylesine çok inkâr ve yadsıma var? Bakışlarınızda neden öylesine az yazgı? Ve yazgıları, acımasızlığı istemiyorsanız, benimle nasıl zafer kazanacaksınız…"[1]
Felsefede sert bir yöntemi kullanan Nietzsche birçok yazmalarında sürekli aynı noktaları farklı yönlerden eleştiriye tutar. Bunların tarihine indiğimizde karşımıza engizisyona kadar giden bir yol gözükmektedir. Kısacası tüm yazdıkları engizisyona çıkacak kadar iğneleyici ve aşağılayıcıydı. O tam bir deccaldi, tüm evrensel ahlak yasalarını yadsıyordu, bunların tamamıyla dini kaygılarla ve önyargıyla oluşturulduğunu haykırıyordu. Ve önemlisi de bunları yaratan insana, yeniden etken hale girerek tüm bu değerleri toptan yok etmesini öğütlüyordu. Çünkü ona göre, "modern insanı haber veren şeyin içinde çöküntü diye bir şey bulunur." [2]
Nietzsche'ye göre insanlık amaç değil, ancak iyi bir araç olabilirdi. İnsan dediğimiz daha doğal ve güçlüydü, ancak insanlık diye bize sunulan şey sadece bir gerilemeyi simgeliyordu. Bu şu demekti; insan dediğimiz daha doğaya aitti, oysaki insanlık suni bir eğilimi anlatıyordu. Bu şu alıntı cümlelerle daha iyi açımlanabilir: "İnsan daha derin, daha güvensiz, 'daha ahlaksız' daha güçlü, kendi kendine güvenir hale gelir ve ancak buna göre daha doğal olmuştur; bu ilerlemedir."[3]Nietzsche'ye göre insanlık içgüdülerinden arındırılmıştır, bunu yapan ise bizzat ahlaki değerlerdi. Ve insan bu hatasıyla en büyük kötülüğü kendisine yapmıştı. Bu Nietzsche'ye göre en büyük suçtu. Bununla ilgili olarak özellikle Fransız İhtilaline, demokrasiye, İncil'e atıflarda bulunan Nietzsche, tarihin bu suçla ilerlediğini ve mahvolduğunu ispata kalkmıştır.
Bu gerilemenin içine soktuğu devrimler, ayaklanmalar ve reformlar ayrıca bir tartışma konusudur. Bu modern sayılan devinimlerin, gelişmelerin, gerileme hareketi içinde sayılmasının nedeni ise, bunları yapan insanın her geçen gün fedakârlık yapması ve bunu yaparken birçok dürtüsünü tehlikeye sokmasıdır.
Yani kısaca insanlık bunları yaparken samimi olmayarak kendisine öğretilen birtakım dürtülerle hareket etmiştir, bu da insanın sonu, insanlığın başlangıcıdır. Bu noktada Nietzsche şunları vurgular: "İncil tamamen soylu olmayan insanın incilidir…" Ve aynı eserde fakat farklı bir metinde devam eder: "Fransız ihtilali Hıristiyanlığın kızıdır ve devam ettiricisidir. Onun kasta karşı içgüdüsel bir düşmanlığı vardır, soylulara karşı, son ayrıcalıklara karşı…"[4]
Ahlak üzerine sürekli kafa yoran düşünür, ahlakı modern bir olgu olarak görürken, aynı zamanda doğal ahlaksızlığın kaçınılmazlığından bahsetmiş ve tüm değerlerin değerden düşmesinin sistematiğini geliştirmiştir. "Biz ahlakın a) bütün dünya görüşünü nasıl zehirlediğini, b) tanımaya, bilime götüren yolu nasıl kestiğini, c) bütün reel içgüdüleri çözdüğünü ve yok ettiğini görüyoruz."[5]
Varlık felsefesinden ahlak felsefesine, tüm dallarda ahkam kesen bir üslupla eserler veren Nietzsche'nin belki de en fazla isminin zikredildiği mecralardan biri de "üstün insan" fikrinin odağını oluşturduğu faşizm propagandasıdır. Bu suçlama Nietzsche'nin daha çok üstün ırklar ya da üstün milletler sınıflandırmasında dayanak bulmaktadır. Fakat bu suçlamalar pek de elle tutulur şeyler değildir. Çünkü faşizmin temel kaygısı, Darwinizm ve insanın biyolojik kökeninde birikmektedir. Ancak Nietzsche bu tezin en azından bazı taraflarına atıfta bulunarak şöyle der: "Şu ünlü yaşam mücadelesi ise söz konusu olan, bana öyle geliyor ki bu kanıtlanmış olmaktan çok, ileri sürülmüş bir savdır." Ve devam eder: "Türler büyürken kusursuzlaşmıyor, zayıf olan yeniden ve yeniden güçlüye baskın çıkıyor, nedeni bunların çoğunluk olmasıdır. Darwin zekâyı unutmuştur." [6]
Tüm bu çıkışlar anti söylemler ve günümüz modern dünyasında bulduğu yankılar sebebiyle Nietzsche belki birkaç yüzyıl daha tartışılacağa benziyor. Ancak gerçek olan şu ki, Nietzsche'nin düşüncelerindeki orijinallik ve parlaklık da onun hâlâ okunmasının en büyük sebebidir.
Sertliğin ve zor bir tarafın ağır bastığı Nietzsche felsefesi aslı itibariyle büyük bir hümanizma ve sekülerleşme barındırıyordu. O var olan tüm istemiyle ilk ve doğal insana dönüşü arzuluyordu. Ona göre insanlık hiç de üzerine vazife olmayan gereksiz bir sürü şeyle kamburlaşmıştı. Onun felsefesi bu yaranın en iyi ilacıydı, bu kaçaklığın ve bu korkaklığın. Birçok eleştiriye maruz kalmış olan Nietzsche günümüzde birçok fraksiyona da dayanak noktası oluşturmuştur. Bunların başında anarşist, komünist, faşist ideolojiler gelmektedir.
NİETZSCHE’DE SAVAŞ VE BARIŞ KAVRAMLARINA GENEL BAKIŞ
Felsefe Federasyonu’nun 2002 felsefe günü mesajında, yüzyılımızı acı ve karanlığa sürükleyen savaş, şiddet ve terör karşısında, felsefenin rolünün ve öneminin arttığı dile getiriliyor. Peki küresel savaşa karşı çıkmada insanlar felsefeye neden ihtiyaç duysun? Yüzyılımızda savaşlar insani sorumluluk ve hak eşitliğinden yoksun; daha büyük bir güce sahip olmak için her yolun kullanıldığı, pasifizmi ve militarizmi temel alan yaptırımlar haline geldi. Felsefe bu noktada sorun oluşturan gerçeğin kökenlerine ışık tutmalı ve evrensel ahlak, evrensel barış ve insan hakları temelinde, insan olmak bilinci ile ortak bir tepki yaratabilmelidir. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken; ortak bir tepki geliştirebilmek için ortak paydalar oluşturma gereğidir. Felsefenin kendine özgü nitelikleri gereği bu yapılamaz. Fakat ortak bir tepki oluşturamamak, gerçeğin kökenine ışık tutmamıza engel olmamalıdır. İnsanlığın dünyayı ve kendini yok etme sürecine yönelen gelecek kaygısı, beraberinde tartışılması gereken konuları ve kavramları da açığa çıkarır.[7]
Savaş eleştirilse de onaylansa da varlığını daima sürdürdü ve sürdürecek. Neredeyse insanlıkla eşit olan savaş, dünya tarihine baktığımızda her dönemde karşımıza çıkar. Savaşın bu uzun tarihi süreci savaş kavramını da genişletti. Savaş sanayisi, teknolojinin nimetlerinden de yararlanarak savaşı farklı boyutlara taşıdı. Yüzyılımızda, savaş, terör, sömürü, küresel yıkım gibi kavramlarını da beraberinde getirdi. Savaş barışı ortaya çıkarmak için vardır ya da savaş her zaman yıkıcıdır gibi yorumlara yönelmeden, yani savaşın içeriğini sorgulamadan önce ‘’Savaş nedir?’’ sorusunu sormak gerekir. Savaş için yapılan tanımlar, döneme ve yaşanılan ortama göre değişse de, çatışma veya alt etme kavramları tanımlarda daima yer alıyor. Savaşı; siyasi bir eylem, diğer devletlerin ekonomik çıkarlarının ele geçirilmesi, insanın doğasındaki saldırganlığın beşeriyete yansıması ya da nesilden nesile aktarılan alışkanlık olarak tanımlayabiliriz.
Felsefi sistemler içinde; sürekli barışı tasarlayan görüşler olduğu gibi savaşı açıkça savunan görüşler de vardır. Hegel, tüze felsefesinde savaşı açıkça meşru kılar. Devlet öğretisinde temellendirdiği görüşüne göre bir ulusun başka bir ulus tarafından yenilmesi; yenilen tarafın ‘devlet ideası’nın güçsüzlüğünü ortaya koyar. Bu noktada güç haktır; ideaların savaşında güçlü olan dava kazanacaktır.[8]
Nietzsche, Hegel’den de ileri giderek savaşı bir zorunluluk olarak görür. Nietzsche’nin üstün insan görüşüne göre, iyi ‘’gücü isteme’’, kötü ‘’zayıflıktan kaynaklanan’’ her şeydir. Efendi ahkalı olarak adlandırılan bu görüş, güç istemi sonucunda zayıf kalanların köle olmasını kaçınılmaz kılar. Güçlünün kendini ifadesi olarak yorumlanan savaş; yaratıcı, yenileyicidir. ‘’Barış yeni savaşların aracı olarak sevilmeli, memnuniyet yerine daha fazla güç, barış yerine savaş istenmelidir.’’ Görüşü savaş karşısındaki tutumunu açıkça belirtir.[9]
Nietzsche ‘’ Savaş Kaçınılmazdır’’ başlıklı yazısında, düşüncelerini şu şekilde ifade eder. Bir kez savaş açmayı unuttuktan sonra, insanlıktan çok daha fazla şey beklemek boş bir hayal ve mistik bir kuruntudur. Şu anda kamp yerlerinin o ham enerjisinin, o derin, kişisel olmayan nefretin, katilin iyi bir vicdanın eşlik ettiği o soğuk kanlılığının, düşmanın yok edilmesine yönelik o ortak örgütleyici azmin, büyük kayıplar karşısındaki, bizzat kendimizin ve kendi arkadaşlarımızın varoluşu karşısındaki o mağrur duyarsızlığın, ruhun o boğulmuş adeta depremi andıran ürpertisinin, her büyük savaşta olduğu gibi bitap düşmüş halklara aynı güçle ve aynı kesinlikle verilebilmesinin başka bir yolunu bilmiyoruz.
Burada taşan dereler ve akarsular, kendileriyle birlikte her türlü taşı ve çerçöpü taşıyarak narin kültürlerin tarlalarını mahvetmelerine rağmen, daha sonra elverişli koşullar oluştuğunda, ruhun atölyesindeki çarkları yeni bir enerjiyle döndüreceklerdir. Nereden bakılırsa bakılsın, kültür, tutkular, ahlaksızlıklar ve kötülük edimleri olmaksızın yapılamaz. Emperyalistleşen Romalılar savaşmaktan hayli yorulduklarında, hayvanları kasten kızdırmaktan, gladyatör yarışmalarından ve Hıristiyanlara zulmetmekten yeni enerji elde etmeye çalışıyorlardı. Günümüzün savaştan tamamen vazgeçmiş gibi görünen İngilizleri de sönmekte olan enerjilerini yeniden toparlayabilmek için farklı araçlara başvuruyorlar; o tehlikeli keşif seferlerinin, denizden dünyanın etrafını dolaşmaların, dağ tırmanışlarının bilimsel amaçlarla gerçekleştirildiğini iddia ediyorlar. Ama asıl amaç tüm bu çeşit çeşit macera ve tehlikelerden artı bir enerji elde etmektir. İnsanların savaş yerine geçebilecek, pek çok türden yapay etkinliği keşfedecekleri fakat herhalde onlardan hareketle mevcut Avrupa kadar yüksek bir kültür düzeyine erişmiş ve bu yüzden kaçınılmaz olarak yorgun düşmüş bir insanlığın yalnızca savaşları değil, aynı zamanda en büyük ve en korkunç savaşları gerektireceğini ve böylece geçici olarak barbarlığa sapacağını kavrayacaklardır, eğer kültürün araçları o insanlığın kültürüne ve temel varlığına mal olmayacaksa.[10] Kimi düşünür ve eleştirmenler, Nietzsche’nin savaş konusundaki destekleyici fikrini savunurken, kimileri ise Nietszche’ye karşı yapılan olumsuz eleştirilerin haksız olduğunu düşünmektedir. Haksızlığını savunan düşünürlerden birisi Abraham Wolf’tür. Abraham Wolf’e göre, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden beri Nietzsche kıskanılmaya değmeyecek kadar kötü bir ünün sahibi oldu. Adı bizler arasında dillere destan olan Nietzsche, yayınların ve kilise papazlarının anlatılarının etkisiyle, neredeyse bütün dünyada sergilenen korkunç dramda genel olarak kötü bir insan olarak değerlendirilir. Kahinler onu gerek Doğu, gerekse Batı’da olan kanlı savaş alanlarındaki insan avcısı olarak görüyorlar.
Nietzsche ve görüşlerine karşı yöneltilen her ne olursa olsun, O’nun Almanları kasten bir savaş saldırganlığına ittiği asılsız bir suçlamadır. O, Alman megalomanyasını cesaretlendirmek şöyle dursun, onun n acımasız eleştirmenlerinden biriydi. Nietzsche adına bu trajik noktaya yol açan kötü eğilimleri uzun zaman önce fark ettiği ve bu kötülük tohumlarından bir gün biçilecek olan acı hasada karşı Avrupa’yı ve her şeyden önce Almanya’yı yüksek sesle uyardığı söylenir. Almanlar’ın asabiyet duygusunu bir tür asılsız/uydurma ırk düzenbazlığı olarak kınadı. O, Almanların üstün zekalı oldukları inancına ilişkin olarak önyargılarını yaşam deneyimlerinden çok kitaplarından alınmış basmakalıp şeylere göre oluşturmalarına rağmen yine de Alman halkının kaba olmalarını ve gerçek kültürden mahrum olmalarını aşağılayıcı bir ifadeyle kınadı. En büyük zafer anları olan 1871’de, zafer kazanmış yurttaşlarına, mağlup edilen Fransızların kültürlerinin kendilerininkiyle kıyaslanamayacak ölçüde üstün olduğunu anlatmaya cesaret etti. [11]
Buradan şu anlaşılmasın, Nietzsche hiçbir zaman bütünüyle savaş karşıtı olmadı. Hatta savaşı, gittikçe zayıflayıp yoksullaşan uluslar için bir unut ışığı, son bir umut ve hayvanca bir çare olarak düşündü. Ancak O, insanların bu gibi çok acımasız davranışları alışkanlık haline getireceği yaşamı kabul etmedi. Aksine savaşın doğal olarak kendilerini en büyük tehlikelere maruz bırakan, en cesur ve iyilerin fedakarlıklarını gerektirdiğini vurguladı. Bu, Onun dikkat çektiği savaşın, en kötü sonucu da değildir. Nietzsche, savaşın ,insanları aşırı kendini beğenmişliğe sürüklediği gözleminde bulundu. Her bir taraf bizzat kendisi için iyi bir beğeni tekelciliği, sağlam yargı ve bütün değerleri talep eder. O; sonucun hiç de tatmin edici olmadığını düşünür; galip gelenler, aptal olmaya ve kindarca mağlup etmeye eğilimlidir.[12]
Yanlış anlaşılmasının bir sebebi de şudur ki, Almanya ve Gelecek Savaş adlı eserinde kendi savaş tellallığına parola yaptı. Hatta ‘’savaşı bile kutsayan şeyin iyi bir dava olduğunu mu söylüyorsun? Ben derim ki, herhangi bir davayı kutsayan şey, iyi bir savaştır’’ sözü daha da kötü bir üne sahip oldu. Bu her iki sesli ifade biçimi, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün Savaş ve Savaşçılar adlı metninde görülür ve metnin dikkatli bir okuması, aslında Nietzsche’nin bahsettiği şeyin fikirler savaşı olduğunu gösterir. İşte, tartışılan ifade biçimini öteleyen birkaç yargı: ‘’Bilginin azizleri olamıyorsanız, o zaman rica ediyorum onun savaşçıları olun. Savaşınız düşüncelerinizin hatırı için mücadelenizi devam ettirecektir. Ve eğer düşüncenize yenilirseniz, gelecekte doğruluğunuz dürüstlüğünüz onun galibiyetini ilan edecektir.’’ Yine bir başka ünlü savaş çağrısı önceki ifadeler uygundur. ‘’Savaştan vazgeçen insanlar, muazzam bir hayattan vazgeçtiler’’. Nietzsche’nin profesyonel bir asker değil bir düşünür ve Grek felsefesinin ateşli bir öğrencisi olduğu hatırlatılmalıdır. ‘’Savaş’’ terimi, ona öncelikle savaş alanlarından oldukça farklı bir şey çağrıştırdı. Herhalde Nietzsche genel olarak savaşa dair konutluğunda, onun kozmik güçlerin karşılıklı etkileşimini ya da fikirlerin mücadelesini veya acımazsız gerçeklere karşı olmayı ya da birinin kendi otoritesinin güvenliği için dürtü ve tutkuları ile mücadelesini kastettiğini söylemek daha doğru olur.
Sonuç olarak, savaş insan var olduğundan beri süregelen, insanın bir kendini ifade biçimidir. Modernitenin gelişmesi ile birlikte savaş, yalnızca form değişimine uğramıştır. İlk çağlarda, ilkel insan savaşını, odunlarla gerçekleştirirken, daha sonraları kılıç kullanmış, ardındam bomba, ardından atom bombası kullanmış; günümüzde ise ‘’masa başı fikir savaşı’’ yani ‘’soğuk savaş’’ a doğru bir geçiş süreci izlenmiştir. Savaş hakkında ne söylenirse söylensin, ‘’var olmak, hayatta kalmak’’ için, öncelikle bir kendini savunma biçimidir. Ve insanın ilk ve öncelikli amacı hayatta kalmaktır. Tamamiyle insancıl bir gerekliliktir. Kaldı ki, insan homoestatik dengesini de, çevre ve kendi iç şartlarının savaşı sonucunda ayakta tutmayı ve dengeyi sağlamasıyla başarır Psikoloji ve felsefe birbirinden ayrılmaz disiplinlerdir ve her psikoloji kuramı da aynı noktayı desteklemektedir. Maslov’un ‘’ihtiyaçlar hiyerarşisi’’nde de, Freud’un ‘’analitik kuramında’’ da, Adler’in ‘’bireysel psikoloji kuramı’’nda da sözü edilen şeyler, yaşamı idame ettirmek adına, hep ortaktır. İncelemenin en başında belirtildiği gibi, Nietzsche hem kendi çağının hem de günümüzün en önemli düşünce adamları arasında sayılmaktadır. Hiç şüphesiz ele aldığı konuların olumlu ve olumsuz eleştirileri yapılacaktır. Yeni fikirler yapılan eleştiriler ve bunların üzerine eklenen fikirler ile geliştirilecek ve desteklenecektir. Burada önemli olan noktanın, taraflı bakış açısı ile kavramlar üzerinde yoğunlaşıldığında, bakışlardaki eşitlik dengesinin bozulduğudur. Varsayalım ki, Nietzsche savaş yanlısı ve bunun ateşli savunucusu idi, Nietzsche’nin bu fikirlerini karalarken ve onun bu fikrine büyük bir kindarlık ile karşı çıkarken aslında bizler de, onun gibi nefret ve öfke püskürtmeyecek miydik? Önemli olan noktanın, iki noktaya da eşit gözle ve tarafsız bakmak gerektiği olduğu kanaatini taşımaktayız. Elbette ki beşer, tamamen barış yanlısı olamayacaktır. Taşıdığımız şiddet öğemiz, doğuştan getirdiğimiz bir dürtüdür ve bir biçimde doyurulmaya ihtiyaç duyar ve insan güç istemi ile, çevresine hakim olmayı içten içe arzulayan bir varlıktır. Önemli olan nokta, günümüzde, öfke ve saldırganlık dürtülerimizi ve derece sağlıklı ve uyumlu bir biçimde ifade ettiğimizdir. Tüm bunlar ışığında, Nietzsche’nin de ne tam olarak savaş ne de tam anlamıyla barış yanlısı olduğunu söylememiz yanlış olacaktır. İncelemede de sözü edildiği gibi, bir ihtimal, haksız eleştirilere maruz kaldığı da doğru olabilir. Fakat olumsuz eleştirilere de hedef olmuşsa, Nietzsche’nin fikir adamlığının büyüklüğü konusunda değişmeyen tek gerçek, hem kendi çağının hem de günümüzün en ileri gelenlerinden olduğudur. Okların hedefiyse de eğer, ne demiş şair: ‘’Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?’’
KAYNAKÇA
Nietzsche, Friedrich, (2002) Putların Alacakaranlığı, Say Yayınları, İstanbul.
Nietzsche, Friedrich, (2003) İnsanca, Pek İnsanca, Say Yayınları, İstanbul.
Russell, Bertand (1999) Batı Felsefesi Tarihi-Yeniçağ, Say Yayınları, İstanbul.
Veysal, Çetin (2004) Çağımızın Bazı Düşünürlerinin Savaş Hakkındaki Düşünceleri ve Günümüz Savaşlarının Nitelikleri, Bulut Yayınları, İstanbul.
Wolf, Abraham, (2003), Nietzsche’nin Felsefesi, Babil Yayınları, Erzurum.
Uludağ Üniversitesi Felsefe Dergisi, Bahar Sayısı, 6. Sayı. Hülya İşler, Savaşa Karşı Felsefi Tavır Alış, 2006.
[1]Nietzsche, Putların Alacakaranlığı,İstanbul, 2002, s.460
[2]Nietzsche, Güç İstenci, Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi.
[3]Nietzsche, a.g.e.
[4]Nietzsche, Bütün Değerleri Değiştiriş Meselesi Denemesi
[5]Nietzsche, a.g.e.
[6]Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, İstanbul, 2002, s.187
[7] Uludağ Felsefe Dergisi, Bahar sayısı, sayı 6. Hülya işler, Savaşa Karşı Felsefi Tavır Alış, 2006.
[8] Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi- Yeniçağ, İstanbul, 1999, s. 94.
[9] Çetin Veysal, Çağımızın Bazı Düşünürlerinin Savaş Hakkındaki Düşünceleri ve Günümüz Savaşlarının Nitelikleri, İstanbul, 2004, s.22.
[10] Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca, İstanbul, 2003, ss.303-304.
[11] Wolf, Abraham, Nietzsche’nin Felsefesi, Erzurum, 2003, ss. 49-50.
[12] Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca, İstanbul, 2003, s. 322.
Ona "deccal" lakabını veren felsefesinin temelini oluşturan şey, 19. ve 20. yüzyıla damgasını vuran birçok kitabında sergilediği çarpıcı aforizmalarıydı. Kimilerine göre bu aforizmalar çağ atlatan, kimilerine göre ise modernite karşıtı analizlerdi. Özellikle Yahudi ve Hıristiyan cemaatinin çemberinde gelişen bu haklı önyargı, Nietzsche felsefesinin tamamıyla İsa karşıtı ve eski ahit düşmanı bir düşünce silsilesi olduğu yönündeydi.
Nietzsche'nin felsefeye en büyük katkılarından biri de kuşkusuz kendi deyimiyle "değerlerin değerlere oranla değerden düşmesi" özüne dayanan Nihilist Düşünce sistematiğiydi. Bu anlayışa göre Nietzsche tüm dini referanslı felsefeye ve söylemlere ateş püskürerek, hepsine hakaretler yağdırıyordu. Çünkü ona göre "tanrı çoktan ölmüştü"; ona göre insan artık silkinmeliydi ve kendi yaratacağı değerlere göre yeni bir dünya yaratmalıydı. Felsefesinin asıl güç noktasını oluşturan Nihilizm, kendi cümleleriyle ona şu misyonu yüklüyordu: "Neden böylesine yumuşaksınız, kaçkınsınız, dayanaksızsınız, neden yüreklerinizde öylesine çok inkâr ve yadsıma var? Bakışlarınızda neden öylesine az yazgı? Ve yazgıları, acımasızlığı istemiyorsanız, benimle nasıl zafer kazanacaksınız…"[1]
Felsefede sert bir yöntemi kullanan Nietzsche birçok yazmalarında sürekli aynı noktaları farklı yönlerden eleştiriye tutar. Bunların tarihine indiğimizde karşımıza engizisyona kadar giden bir yol gözükmektedir. Kısacası tüm yazdıkları engizisyona çıkacak kadar iğneleyici ve aşağılayıcıydı. O tam bir deccaldi, tüm evrensel ahlak yasalarını yadsıyordu, bunların tamamıyla dini kaygılarla ve önyargıyla oluşturulduğunu haykırıyordu. Ve önemlisi de bunları yaratan insana, yeniden etken hale girerek tüm bu değerleri toptan yok etmesini öğütlüyordu. Çünkü ona göre, "modern insanı haber veren şeyin içinde çöküntü diye bir şey bulunur." [2]
Nietzsche'ye göre insanlık amaç değil, ancak iyi bir araç olabilirdi. İnsan dediğimiz daha doğal ve güçlüydü, ancak insanlık diye bize sunulan şey sadece bir gerilemeyi simgeliyordu. Bu şu demekti; insan dediğimiz daha doğaya aitti, oysaki insanlık suni bir eğilimi anlatıyordu. Bu şu alıntı cümlelerle daha iyi açımlanabilir: "İnsan daha derin, daha güvensiz, 'daha ahlaksız' daha güçlü, kendi kendine güvenir hale gelir ve ancak buna göre daha doğal olmuştur; bu ilerlemedir."[3]Nietzsche'ye göre insanlık içgüdülerinden arındırılmıştır, bunu yapan ise bizzat ahlaki değerlerdi. Ve insan bu hatasıyla en büyük kötülüğü kendisine yapmıştı. Bu Nietzsche'ye göre en büyük suçtu. Bununla ilgili olarak özellikle Fransız İhtilaline, demokrasiye, İncil'e atıflarda bulunan Nietzsche, tarihin bu suçla ilerlediğini ve mahvolduğunu ispata kalkmıştır.
Bu gerilemenin içine soktuğu devrimler, ayaklanmalar ve reformlar ayrıca bir tartışma konusudur. Bu modern sayılan devinimlerin, gelişmelerin, gerileme hareketi içinde sayılmasının nedeni ise, bunları yapan insanın her geçen gün fedakârlık yapması ve bunu yaparken birçok dürtüsünü tehlikeye sokmasıdır.
Yani kısaca insanlık bunları yaparken samimi olmayarak kendisine öğretilen birtakım dürtülerle hareket etmiştir, bu da insanın sonu, insanlığın başlangıcıdır. Bu noktada Nietzsche şunları vurgular: "İncil tamamen soylu olmayan insanın incilidir…" Ve aynı eserde fakat farklı bir metinde devam eder: "Fransız ihtilali Hıristiyanlığın kızıdır ve devam ettiricisidir. Onun kasta karşı içgüdüsel bir düşmanlığı vardır, soylulara karşı, son ayrıcalıklara karşı…"[4]
Ahlak üzerine sürekli kafa yoran düşünür, ahlakı modern bir olgu olarak görürken, aynı zamanda doğal ahlaksızlığın kaçınılmazlığından bahsetmiş ve tüm değerlerin değerden düşmesinin sistematiğini geliştirmiştir. "Biz ahlakın a) bütün dünya görüşünü nasıl zehirlediğini, b) tanımaya, bilime götüren yolu nasıl kestiğini, c) bütün reel içgüdüleri çözdüğünü ve yok ettiğini görüyoruz."[5]
Varlık felsefesinden ahlak felsefesine, tüm dallarda ahkam kesen bir üslupla eserler veren Nietzsche'nin belki de en fazla isminin zikredildiği mecralardan biri de "üstün insan" fikrinin odağını oluşturduğu faşizm propagandasıdır. Bu suçlama Nietzsche'nin daha çok üstün ırklar ya da üstün milletler sınıflandırmasında dayanak bulmaktadır. Fakat bu suçlamalar pek de elle tutulur şeyler değildir. Çünkü faşizmin temel kaygısı, Darwinizm ve insanın biyolojik kökeninde birikmektedir. Ancak Nietzsche bu tezin en azından bazı taraflarına atıfta bulunarak şöyle der: "Şu ünlü yaşam mücadelesi ise söz konusu olan, bana öyle geliyor ki bu kanıtlanmış olmaktan çok, ileri sürülmüş bir savdır." Ve devam eder: "Türler büyürken kusursuzlaşmıyor, zayıf olan yeniden ve yeniden güçlüye baskın çıkıyor, nedeni bunların çoğunluk olmasıdır. Darwin zekâyı unutmuştur." [6]
Tüm bu çıkışlar anti söylemler ve günümüz modern dünyasında bulduğu yankılar sebebiyle Nietzsche belki birkaç yüzyıl daha tartışılacağa benziyor. Ancak gerçek olan şu ki, Nietzsche'nin düşüncelerindeki orijinallik ve parlaklık da onun hâlâ okunmasının en büyük sebebidir.
Sertliğin ve zor bir tarafın ağır bastığı Nietzsche felsefesi aslı itibariyle büyük bir hümanizma ve sekülerleşme barındırıyordu. O var olan tüm istemiyle ilk ve doğal insana dönüşü arzuluyordu. Ona göre insanlık hiç de üzerine vazife olmayan gereksiz bir sürü şeyle kamburlaşmıştı. Onun felsefesi bu yaranın en iyi ilacıydı, bu kaçaklığın ve bu korkaklığın. Birçok eleştiriye maruz kalmış olan Nietzsche günümüzde birçok fraksiyona da dayanak noktası oluşturmuştur. Bunların başında anarşist, komünist, faşist ideolojiler gelmektedir.
NİETZSCHE’DE SAVAŞ VE BARIŞ KAVRAMLARINA GENEL BAKIŞ
Felsefe Federasyonu’nun 2002 felsefe günü mesajında, yüzyılımızı acı ve karanlığa sürükleyen savaş, şiddet ve terör karşısında, felsefenin rolünün ve öneminin arttığı dile getiriliyor. Peki küresel savaşa karşı çıkmada insanlar felsefeye neden ihtiyaç duysun? Yüzyılımızda savaşlar insani sorumluluk ve hak eşitliğinden yoksun; daha büyük bir güce sahip olmak için her yolun kullanıldığı, pasifizmi ve militarizmi temel alan yaptırımlar haline geldi. Felsefe bu noktada sorun oluşturan gerçeğin kökenlerine ışık tutmalı ve evrensel ahlak, evrensel barış ve insan hakları temelinde, insan olmak bilinci ile ortak bir tepki yaratabilmelidir. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken; ortak bir tepki geliştirebilmek için ortak paydalar oluşturma gereğidir. Felsefenin kendine özgü nitelikleri gereği bu yapılamaz. Fakat ortak bir tepki oluşturamamak, gerçeğin kökenine ışık tutmamıza engel olmamalıdır. İnsanlığın dünyayı ve kendini yok etme sürecine yönelen gelecek kaygısı, beraberinde tartışılması gereken konuları ve kavramları da açığa çıkarır.[7]
Savaş eleştirilse de onaylansa da varlığını daima sürdürdü ve sürdürecek. Neredeyse insanlıkla eşit olan savaş, dünya tarihine baktığımızda her dönemde karşımıza çıkar. Savaşın bu uzun tarihi süreci savaş kavramını da genişletti. Savaş sanayisi, teknolojinin nimetlerinden de yararlanarak savaşı farklı boyutlara taşıdı. Yüzyılımızda, savaş, terör, sömürü, küresel yıkım gibi kavramlarını da beraberinde getirdi. Savaş barışı ortaya çıkarmak için vardır ya da savaş her zaman yıkıcıdır gibi yorumlara yönelmeden, yani savaşın içeriğini sorgulamadan önce ‘’Savaş nedir?’’ sorusunu sormak gerekir. Savaş için yapılan tanımlar, döneme ve yaşanılan ortama göre değişse de, çatışma veya alt etme kavramları tanımlarda daima yer alıyor. Savaşı; siyasi bir eylem, diğer devletlerin ekonomik çıkarlarının ele geçirilmesi, insanın doğasındaki saldırganlığın beşeriyete yansıması ya da nesilden nesile aktarılan alışkanlık olarak tanımlayabiliriz.
Felsefi sistemler içinde; sürekli barışı tasarlayan görüşler olduğu gibi savaşı açıkça savunan görüşler de vardır. Hegel, tüze felsefesinde savaşı açıkça meşru kılar. Devlet öğretisinde temellendirdiği görüşüne göre bir ulusun başka bir ulus tarafından yenilmesi; yenilen tarafın ‘devlet ideası’nın güçsüzlüğünü ortaya koyar. Bu noktada güç haktır; ideaların savaşında güçlü olan dava kazanacaktır.[8]
Nietzsche, Hegel’den de ileri giderek savaşı bir zorunluluk olarak görür. Nietzsche’nin üstün insan görüşüne göre, iyi ‘’gücü isteme’’, kötü ‘’zayıflıktan kaynaklanan’’ her şeydir. Efendi ahkalı olarak adlandırılan bu görüş, güç istemi sonucunda zayıf kalanların köle olmasını kaçınılmaz kılar. Güçlünün kendini ifadesi olarak yorumlanan savaş; yaratıcı, yenileyicidir. ‘’Barış yeni savaşların aracı olarak sevilmeli, memnuniyet yerine daha fazla güç, barış yerine savaş istenmelidir.’’ Görüşü savaş karşısındaki tutumunu açıkça belirtir.[9]
Nietzsche ‘’ Savaş Kaçınılmazdır’’ başlıklı yazısında, düşüncelerini şu şekilde ifade eder. Bir kez savaş açmayı unuttuktan sonra, insanlıktan çok daha fazla şey beklemek boş bir hayal ve mistik bir kuruntudur. Şu anda kamp yerlerinin o ham enerjisinin, o derin, kişisel olmayan nefretin, katilin iyi bir vicdanın eşlik ettiği o soğuk kanlılığının, düşmanın yok edilmesine yönelik o ortak örgütleyici azmin, büyük kayıplar karşısındaki, bizzat kendimizin ve kendi arkadaşlarımızın varoluşu karşısındaki o mağrur duyarsızlığın, ruhun o boğulmuş adeta depremi andıran ürpertisinin, her büyük savaşta olduğu gibi bitap düşmüş halklara aynı güçle ve aynı kesinlikle verilebilmesinin başka bir yolunu bilmiyoruz.
Burada taşan dereler ve akarsular, kendileriyle birlikte her türlü taşı ve çerçöpü taşıyarak narin kültürlerin tarlalarını mahvetmelerine rağmen, daha sonra elverişli koşullar oluştuğunda, ruhun atölyesindeki çarkları yeni bir enerjiyle döndüreceklerdir. Nereden bakılırsa bakılsın, kültür, tutkular, ahlaksızlıklar ve kötülük edimleri olmaksızın yapılamaz. Emperyalistleşen Romalılar savaşmaktan hayli yorulduklarında, hayvanları kasten kızdırmaktan, gladyatör yarışmalarından ve Hıristiyanlara zulmetmekten yeni enerji elde etmeye çalışıyorlardı. Günümüzün savaştan tamamen vazgeçmiş gibi görünen İngilizleri de sönmekte olan enerjilerini yeniden toparlayabilmek için farklı araçlara başvuruyorlar; o tehlikeli keşif seferlerinin, denizden dünyanın etrafını dolaşmaların, dağ tırmanışlarının bilimsel amaçlarla gerçekleştirildiğini iddia ediyorlar. Ama asıl amaç tüm bu çeşit çeşit macera ve tehlikelerden artı bir enerji elde etmektir. İnsanların savaş yerine geçebilecek, pek çok türden yapay etkinliği keşfedecekleri fakat herhalde onlardan hareketle mevcut Avrupa kadar yüksek bir kültür düzeyine erişmiş ve bu yüzden kaçınılmaz olarak yorgun düşmüş bir insanlığın yalnızca savaşları değil, aynı zamanda en büyük ve en korkunç savaşları gerektireceğini ve böylece geçici olarak barbarlığa sapacağını kavrayacaklardır, eğer kültürün araçları o insanlığın kültürüne ve temel varlığına mal olmayacaksa.[10] Kimi düşünür ve eleştirmenler, Nietzsche’nin savaş konusundaki destekleyici fikrini savunurken, kimileri ise Nietszche’ye karşı yapılan olumsuz eleştirilerin haksız olduğunu düşünmektedir. Haksızlığını savunan düşünürlerden birisi Abraham Wolf’tür. Abraham Wolf’e göre, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden beri Nietzsche kıskanılmaya değmeyecek kadar kötü bir ünün sahibi oldu. Adı bizler arasında dillere destan olan Nietzsche, yayınların ve kilise papazlarının anlatılarının etkisiyle, neredeyse bütün dünyada sergilenen korkunç dramda genel olarak kötü bir insan olarak değerlendirilir. Kahinler onu gerek Doğu, gerekse Batı’da olan kanlı savaş alanlarındaki insan avcısı olarak görüyorlar.
Nietzsche ve görüşlerine karşı yöneltilen her ne olursa olsun, O’nun Almanları kasten bir savaş saldırganlığına ittiği asılsız bir suçlamadır. O, Alman megalomanyasını cesaretlendirmek şöyle dursun, onun n acımasız eleştirmenlerinden biriydi. Nietzsche adına bu trajik noktaya yol açan kötü eğilimleri uzun zaman önce fark ettiği ve bu kötülük tohumlarından bir gün biçilecek olan acı hasada karşı Avrupa’yı ve her şeyden önce Almanya’yı yüksek sesle uyardığı söylenir. Almanlar’ın asabiyet duygusunu bir tür asılsız/uydurma ırk düzenbazlığı olarak kınadı. O, Almanların üstün zekalı oldukları inancına ilişkin olarak önyargılarını yaşam deneyimlerinden çok kitaplarından alınmış basmakalıp şeylere göre oluşturmalarına rağmen yine de Alman halkının kaba olmalarını ve gerçek kültürden mahrum olmalarını aşağılayıcı bir ifadeyle kınadı. En büyük zafer anları olan 1871’de, zafer kazanmış yurttaşlarına, mağlup edilen Fransızların kültürlerinin kendilerininkiyle kıyaslanamayacak ölçüde üstün olduğunu anlatmaya cesaret etti. [11]
Buradan şu anlaşılmasın, Nietzsche hiçbir zaman bütünüyle savaş karşıtı olmadı. Hatta savaşı, gittikçe zayıflayıp yoksullaşan uluslar için bir unut ışığı, son bir umut ve hayvanca bir çare olarak düşündü. Ancak O, insanların bu gibi çok acımasız davranışları alışkanlık haline getireceği yaşamı kabul etmedi. Aksine savaşın doğal olarak kendilerini en büyük tehlikelere maruz bırakan, en cesur ve iyilerin fedakarlıklarını gerektirdiğini vurguladı. Bu, Onun dikkat çektiği savaşın, en kötü sonucu da değildir. Nietzsche, savaşın ,insanları aşırı kendini beğenmişliğe sürüklediği gözleminde bulundu. Her bir taraf bizzat kendisi için iyi bir beğeni tekelciliği, sağlam yargı ve bütün değerleri talep eder. O; sonucun hiç de tatmin edici olmadığını düşünür; galip gelenler, aptal olmaya ve kindarca mağlup etmeye eğilimlidir.[12]
Yanlış anlaşılmasının bir sebebi de şudur ki, Almanya ve Gelecek Savaş adlı eserinde kendi savaş tellallığına parola yaptı. Hatta ‘’savaşı bile kutsayan şeyin iyi bir dava olduğunu mu söylüyorsun? Ben derim ki, herhangi bir davayı kutsayan şey, iyi bir savaştır’’ sözü daha da kötü bir üne sahip oldu. Bu her iki sesli ifade biçimi, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün Savaş ve Savaşçılar adlı metninde görülür ve metnin dikkatli bir okuması, aslında Nietzsche’nin bahsettiği şeyin fikirler savaşı olduğunu gösterir. İşte, tartışılan ifade biçimini öteleyen birkaç yargı: ‘’Bilginin azizleri olamıyorsanız, o zaman rica ediyorum onun savaşçıları olun. Savaşınız düşüncelerinizin hatırı için mücadelenizi devam ettirecektir. Ve eğer düşüncenize yenilirseniz, gelecekte doğruluğunuz dürüstlüğünüz onun galibiyetini ilan edecektir.’’ Yine bir başka ünlü savaş çağrısı önceki ifadeler uygundur. ‘’Savaştan vazgeçen insanlar, muazzam bir hayattan vazgeçtiler’’. Nietzsche’nin profesyonel bir asker değil bir düşünür ve Grek felsefesinin ateşli bir öğrencisi olduğu hatırlatılmalıdır. ‘’Savaş’’ terimi, ona öncelikle savaş alanlarından oldukça farklı bir şey çağrıştırdı. Herhalde Nietzsche genel olarak savaşa dair konutluğunda, onun kozmik güçlerin karşılıklı etkileşimini ya da fikirlerin mücadelesini veya acımazsız gerçeklere karşı olmayı ya da birinin kendi otoritesinin güvenliği için dürtü ve tutkuları ile mücadelesini kastettiğini söylemek daha doğru olur.
Sonuç olarak, savaş insan var olduğundan beri süregelen, insanın bir kendini ifade biçimidir. Modernitenin gelişmesi ile birlikte savaş, yalnızca form değişimine uğramıştır. İlk çağlarda, ilkel insan savaşını, odunlarla gerçekleştirirken, daha sonraları kılıç kullanmış, ardındam bomba, ardından atom bombası kullanmış; günümüzde ise ‘’masa başı fikir savaşı’’ yani ‘’soğuk savaş’’ a doğru bir geçiş süreci izlenmiştir. Savaş hakkında ne söylenirse söylensin, ‘’var olmak, hayatta kalmak’’ için, öncelikle bir kendini savunma biçimidir. Ve insanın ilk ve öncelikli amacı hayatta kalmaktır. Tamamiyle insancıl bir gerekliliktir. Kaldı ki, insan homoestatik dengesini de, çevre ve kendi iç şartlarının savaşı sonucunda ayakta tutmayı ve dengeyi sağlamasıyla başarır Psikoloji ve felsefe birbirinden ayrılmaz disiplinlerdir ve her psikoloji kuramı da aynı noktayı desteklemektedir. Maslov’un ‘’ihtiyaçlar hiyerarşisi’’nde de, Freud’un ‘’analitik kuramında’’ da, Adler’in ‘’bireysel psikoloji kuramı’’nda da sözü edilen şeyler, yaşamı idame ettirmek adına, hep ortaktır. İncelemenin en başında belirtildiği gibi, Nietzsche hem kendi çağının hem de günümüzün en önemli düşünce adamları arasında sayılmaktadır. Hiç şüphesiz ele aldığı konuların olumlu ve olumsuz eleştirileri yapılacaktır. Yeni fikirler yapılan eleştiriler ve bunların üzerine eklenen fikirler ile geliştirilecek ve desteklenecektir. Burada önemli olan noktanın, taraflı bakış açısı ile kavramlar üzerinde yoğunlaşıldığında, bakışlardaki eşitlik dengesinin bozulduğudur. Varsayalım ki, Nietzsche savaş yanlısı ve bunun ateşli savunucusu idi, Nietzsche’nin bu fikirlerini karalarken ve onun bu fikrine büyük bir kindarlık ile karşı çıkarken aslında bizler de, onun gibi nefret ve öfke püskürtmeyecek miydik? Önemli olan noktanın, iki noktaya da eşit gözle ve tarafsız bakmak gerektiği olduğu kanaatini taşımaktayız. Elbette ki beşer, tamamen barış yanlısı olamayacaktır. Taşıdığımız şiddet öğemiz, doğuştan getirdiğimiz bir dürtüdür ve bir biçimde doyurulmaya ihtiyaç duyar ve insan güç istemi ile, çevresine hakim olmayı içten içe arzulayan bir varlıktır. Önemli olan nokta, günümüzde, öfke ve saldırganlık dürtülerimizi ve derece sağlıklı ve uyumlu bir biçimde ifade ettiğimizdir. Tüm bunlar ışığında, Nietzsche’nin de ne tam olarak savaş ne de tam anlamıyla barış yanlısı olduğunu söylememiz yanlış olacaktır. İncelemede de sözü edildiği gibi, bir ihtimal, haksız eleştirilere maruz kaldığı da doğru olabilir. Fakat olumsuz eleştirilere de hedef olmuşsa, Nietzsche’nin fikir adamlığının büyüklüğü konusunda değişmeyen tek gerçek, hem kendi çağının hem de günümüzün en ileri gelenlerinden olduğudur. Okların hedefiyse de eğer, ne demiş şair: ‘’Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?’’
KAYNAKÇA
Nietzsche, Friedrich, (2002) Putların Alacakaranlığı, Say Yayınları, İstanbul.
Nietzsche, Friedrich, (2003) İnsanca, Pek İnsanca, Say Yayınları, İstanbul.
Russell, Bertand (1999) Batı Felsefesi Tarihi-Yeniçağ, Say Yayınları, İstanbul.
Veysal, Çetin (2004) Çağımızın Bazı Düşünürlerinin Savaş Hakkındaki Düşünceleri ve Günümüz Savaşlarının Nitelikleri, Bulut Yayınları, İstanbul.
Wolf, Abraham, (2003), Nietzsche’nin Felsefesi, Babil Yayınları, Erzurum.
Uludağ Üniversitesi Felsefe Dergisi, Bahar Sayısı, 6. Sayı. Hülya İşler, Savaşa Karşı Felsefi Tavır Alış, 2006.
[1]Nietzsche, Putların Alacakaranlığı,İstanbul, 2002, s.460
[2]Nietzsche, Güç İstenci, Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi.
[3]Nietzsche, a.g.e.
[4]Nietzsche, Bütün Değerleri Değiştiriş Meselesi Denemesi
[5]Nietzsche, a.g.e.
[6]Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, İstanbul, 2002, s.187
[7] Uludağ Felsefe Dergisi, Bahar sayısı, sayı 6. Hülya işler, Savaşa Karşı Felsefi Tavır Alış, 2006.
[8] Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi- Yeniçağ, İstanbul, 1999, s. 94.
[9] Çetin Veysal, Çağımızın Bazı Düşünürlerinin Savaş Hakkındaki Düşünceleri ve Günümüz Savaşlarının Nitelikleri, İstanbul, 2004, s.22.
[10] Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca, İstanbul, 2003, ss.303-304.
[11] Wolf, Abraham, Nietzsche’nin Felsefesi, Erzurum, 2003, ss. 49-50.
[12] Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca, İstanbul, 2003, s. 322.
Yazan
|
Etiketler: Felsefe
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa