1980 Askeri Darbesinin Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Arka Planı
Dokuz
Eylül Üniversitesi – Edebiyat Fakültesi-Sosyoloji Bölümü
Bitirme
Tezi
İçindekiler
·
Kısaltmalar
·
Yöntem-Teknik
·
Giriş
·
Ekonomik Nedenler
·
Türkiye’de ve
Dünya’da Krizler
·
Petrol Krizi, Gelişmekte Olan Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
·
Dünya Ekonomisinde
Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin Patlaması: 1970-1974
·
Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
·
Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve
‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ : 1974-1978
·
2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya Olayları ve GOÜ : 1974-1985
·
Kurumsal Değişmeler
·
Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
·
Uluslararası Finans
Kurumları Arasında İşbirliği
·
1980’e Kadar Devam Eden Ekonomik Krizler ve Gelişmeler
·
24 Ocak Kararları
·
Toplumsal Nedenler
·
1960-1968 Arası Dönem
·
1.Yön Hareketi
·
2.Türkiye İşçi Partisi (TİP)
·
3.Milli Demokrat Devrim Hareketi (MDD)
·
1968-1971 Arası Dönem
·
Parçalanan Sol ve 15-16 Haziran Eylemleri
·
1971 Dönemi
·
Olaylar
·
1974 ve Sonrası
·
Siyasal Nedenler
·
12 Mart Muhtırası
·
Siyasi İstikrarsızlıklar Dönemi
·
Sonuç
·
Kaynakça
Kısaltmalar
*GOÜ:
Gelişmekte Olan Ülkeler *CİB: Cari
İşlemler Bürosu * DB: Dünya Bankası
* IMF:
Uluslararası Para Fonu *GÜ:
Gelişmiş Ülkeler * GSMH:
Gayrısafi Milli Hasıla
*OPEC:
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
Yöntem- Teknik
*Karşılaştırmalı
Yöntem : Bu yöntem genel olarak
birbirleriyle benzer toplumlar arasında karşılaştırma yapılan bir yöntem
türüdür. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni ele alırken aynı zaman diliminde
farklı toplumlarda meydana gelen aynı olayları karşılaştırmalı olarak ele alıp
değerlendirilmesi yapılmıştı.
*Tarihsel
Yöntem : Tarihsel yöntem ise genel olarak geçmişi veya geçmişte yaşanan
olayların günümüze olan etkisini araştırmak için kullanılan yöntemdir.
Çalışmanın özellikle sonuç kısmında bu yöntem ağırlıklı olarak kullanılmıştır.
*İstatiksel
Teknik : Çalışmanın ilk bölümü olan ‘’ekonomik nedenler’’ kısmında yer yer bu
teknik kullanılmıştır.
*Literatür
Taraması: Konuyla ilgili olarak farklı
kaynaklardan taramalar yapıldı. Daha sonrasında elde edilen veriler sistemli
bir şekilde analiz edilip gerekli kısımları çalışma için kullanılmıştır. Bu
yöntemin çalışmaya kattığı en önemli katkı ise verileri tarihsel bir
perspektife yerleştirip çalışmanın belirli bir akış içinde ilerlemesini
sağlamış olmasıdır.
Giriş
Darbe,
devletin emrinde ki askeri kurumlara üye kişilerin anayasal olmayan yollarla
mevcut hükümeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır. Askeri darbeler 20.yy’da
yaygın bir biçimde Latin Amerika’da Arjantin , Şili, Asya’da Birmanya,
Afrika’da ve Avrupa’da Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde gerçekleşmiştir.
Hükümetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası
darbeyi gerçekleştiren kişilerin başlıca gerekçeleridir. Türkiye tarihi 1980
darbesinden öncede birden çok darbe yaşamıştır. Ancak genel olarak baktığımız
zaman insanların aklında 1980 darbesinin daha farklı bir yönü olduğunu
görmekteyiz. Özelliklede o dönemin içinde bulunmuş kişilerin yaşantıları ve
anlatıları 1980 darbesinin farklı boyutlarını bize göstermektedir.1980 darbesi
çok kanlı ve şiddetli bir darbe olmuştur. O zamanın toplumsal durumundan
kayaklı olarak işkence ve şiddet üst boyutlara ulaşmıştır. Türkiye tarihine ve
toplumsal yapısına baktığımız zaman 1980 darbesinin ülke çapında büyük
dönüşümler yarattığını görmek zor değildir. Mevcut anayasa, ekonomik sistem ve
toplumsal hareketin 1980’den sonra giderek kaybolması 1980 darbesinin
sosyolojik açıdan önemini bize sunmaktadır. Diğer darbelerden farklı olarak ve
çok boyutlu bir etki gösteren bu sosyolojik olguyu tüm fraksiyonlarıyla ele almak
ve bu doğrultuda hem küresel hem yerel etkileri birlikte incelemek
gerekmektedir.
20.yy darbeler dönemidir. Bu dönemde dünyanın farklı
yerlerinde gerçekleşen birçok ihtilali darbeyi görebilmekteyiz. Belirli zaman
içerisinde birikerek ilerleyen durumlar içsel ve dışsal hareketlerin bir sonucu
olarak belirli noktada patlayarak darbeleri meydana getirir.
‘’Şu halde ihtilal; evvela içtimai
bir hadise, yani toplumsal bir olaydır. Bir toplum olayı, yani insanlarla
insanlar arasındaki ilişkilerin bir şeklidir. Mevcut hal ve nizama karşı ani ve
cebri bir müdahale veya isyan olmak vasfı ise onun ayırt edici vasfıdır. Şu
halde ihtilal; toplum dediğimiz canlı yığınlaşma içinde bir harekettir fakat
evrimsel değil; ayaklanma , patlama şeklinde bir hareket olmak itibariyle
aslında bir sebepler ve şartlar birikmesinin eseridir.’’(Aydemir,1973,s.59). Şevket Süreyya
Aydemir, ihtilali bir rejimin sosyal yapısında derin, devamlı ve uzun süreler
içince gerçekleşebilecek değişikleri hedef almayan, sadece mevcut iktidarın
değişmesiyle veya anayasanın bazı temel kanunlarının değiştirilmesiyle yetinen
bir hareketlilik olarak görür.1980 Askeri Darbesi’nin Türkiye üzerinde derin bir iz bıraktığını
toplumsal ve ekonomik yapısında köklü değişimlere yol açtığını görebilmekteyiz.
Buradan çıkaracağımız sonuç 1980 darbesinin arka planında farklı bir yol
haritası çıkarıldığını görüyoruz. Darbe ve müdahale arasındaki farka bakacak
olursak eğer, müdahalede bir yapı değişikliği söz konusu değildir. Meclis devam
eder. Müdahale sadece gidişattan memnun olmayan güçlerin , gidişatta gerekli
gördüklerini söyledikleri bazı davranış değişiklerini dikte etmeleri anlamına
gelmektedir. Bu müdahaleci güç ise çoğu zaman ordu olur.1980 askeri darbesi
arka planı açısından kendini diğer darbelerden ayırmış durumdadır. 1980 darbesi
ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan kendisini farklı bir noktada konumlandırabilmektedir.
Açıkçası burada ki temel sorunsal darbenin arkasındaki nedenlerin bir bütün
olarak (ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan ), bir dönüm noktası yaratılması
açısından daha önceki darbelere kıyasla çok farklı boyutlarda gerçekleşmesi.
1980 darbesini sadece yerel boyutta ele alamayacağımızı gibi sadece küresel bir
boyutta da ele almak doğru değildir. Bu nedenle darbeyi hem yerel hem de
küresel boyutta ele almak doğru olacaktır. Burada Türkiye’nin ekonomik yapısı,
krizler ve 1980 öncesinde yaşanan küresel çaptaki ekonomik gelişmeler darbenin
altyapısına zemin oluşturmuştur. 1980 darbesi farklı olaylar sonucunda meydana
gelmişse de asıl önemli olan boyutu ekonomik gelişmelerdir. Burada genel bir
ayrıma gitmemiz gerekmektedir. Bunlardan birincisi dışsal etmenler yani küresel
boyutu. Sermaye birikim rejiminin tıkanması, sermayenin kendine yeni çıkar
yollar araması Türkiye’nin de kendini kapitalizmin bu yeni aşaması içinde
bulması 1980 darbesinin küresel etmenlerinden birisidir. Liberal politikaların kapitalizmin
krizlerine bir çözüm bulamaması zorunlu olarak yeni bir kapitalist sistemin
doğmasına neden olmuştur. Bu sistem içinde Türkiye’de yerini almış
bulunmaktadır. Türkiye’nin bu sistemin içine girmesi şüphesiz ki darbe yoluyla
gerçekleştirilmiştir. 1980 darbesi
neoliberalizmi Türkiye’ye getirmiştir. Türkiye 1980 darbesi sonrasında yeni
sistemin içine entegre edilmiş bulunmaktadır. Sermaye birikimi güvence altına
alınmış, kapitalist yeniden yapılanma sürecine başarılı bir şekilde
eklenmiştir. Burada Amerika’nın Türkiye’ye olan müdahalesi de büyük ölçüde
önemlidir. Bir diğer ekonomik boyut ise Türkiye’nin kendi içinde yaşanan darbe
öncesinde ki ekonomik krizler ve bunalımlardan oluşan süreçtir. Bir diğer süreç
ise toplumsal süreçtir. Darbenin toplumsal boyutunu ele almamız için farklı sınıf ve sınıf dilimleri
arasındaki mücadelelerin ve birlikteliklerin yapısını incelememiz gerekir. Bu
çalışma için önemli olan kısım Türkiye’nin 1960 ve 1980 arasındaki toplumsal olaylarıdır.
Son olarak
ise 1980 öncesinde yaşanan siyasal bunalımlar yer almaktadır. Türkiye tarihi
siyasal olarak her zaman karmaşık dönemlerden geçmiştir fakat burada bakılması gereken tarih 1971’den
1980’e kadar ki olan süreç. Bunun nedeni 1971 deki hükümetin zaten askeri müdahaleyle
yıkılmış olması ondan önce yaşanan sınıf
çatışmaları ve öğrenci hareketleri bu darbenin nedeni olmuştur fakat 1980
darbesini etkileyen siyasal nedenler 1971 den sonraki dönemde ortaya çıkan
siyasal istikrarsızlıklardır. Özellikle 1973 ten 1980 e kadar sürekli olarak
koalisyon hükümetlerinin başta kalması ve sık sık hükümetin değişmesi 1980
darbesinin yaşanmasında etkili siyasal nedenlerdir.
Ekonomik Nedenler
Türkiye’de ve Dünya’da
Krizler
1.Petrol Krizi, Gelişmekte Olan
Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
a.) 1. Dünya Ekonomisinde Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin
Patlaması: 1970-1974
b.) Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
c.) Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve ‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ :
1974-1978
2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya
Olayları ve GOÜ : 1974-1985
a.) Kurumsal Değişmeler
b.) Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
c.) Uluslararası Finans Kurumları Arasında İşbirliği
·
Dünyadaki Değişimin GOÜ’nün ekonomisine
olumsuz etkileri
·
Büyümenin Duraklaması ve Borç Yükünün
Ağırlaşması
·
Dış Borç Yükünün
Olanaksızlaştırılması
·
‘’Transfer Sorunu’’ ve Borç Ödemeleri
·
IMF’nin Ekonomik Politikaları ve Dış
Borçlar
·
Serbestleşmeye Geçerken Dünyada Birinci Petrol Krizi ve Türkiye’de 1978
Krizi
·
1.Birinci Petrol Krizi ve Avrupa Para
Piyasasına Açılma: 1973-1977
·
Ekonominin Serbestleşerek Dışa
Açılması İçin Dış ve İç Baskılar
·
Döviz Kuru ve İthalatta Serbestleşme
·
Kambiyo Rejimi Serbestleşirken Artan
Dış Borçlanma
·
Büyüme ve Artan Dengesizlikler
·
Borç Birikimi ve Ödemede Aksama
·
IMF ile Çözüm Arayışına Geçiş
·
İkinci Petrol Krizi ve 24 Ocak 1980 Programı: Serbestleşme ve Dış
Dayatmalı Yapısal Dönüşüm
Yukarıda
verilen liste 1970’li yıllardan itibaren dünyada meydana gelen ekonomik
değişimler, krizler ve gelişmelerin bir sıralamasıdır. Bu sıralama içinde
Petrol Krizi’nin patlamasından uluslararası finans kurumlarının işbirliğine
kadar olan bölümü detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Daha sonraki kısımda ise
Türkiye’yi doğrudan etkileyen gelişmeleri aktarmış olup, doğrudan ülke
ekonomisiyle ilişkili unsurlar verilmiştir. 1980’e kadar ki ekonomik süreç
aktarılmıştır.
Türkiye’de ve Dünya’da
Krizler
1.Petrol Krizi, Gelişmekte Olan
Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
a.) 1. Dünya Ekonomisinde Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin
Patlaması: 1970-1974
b.) Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
1960’lı
yılların sonunda uluslararası mali piyasa aşırı likidite birikimi ortaya
çıkmıştı. Bunun en önemli kaynağı Vietnam Savaşı’na yapılan harcamaların,
ABD’de bütçe Cari İşlemler Bilançosu açıklarına yol açmasının para arzını genişletmiş
olmasıydı. Temel bir neden olarak diğer bir neden ise ikinci dünya savaşını
izleyen hızlı ve canlı yatırım artışındaki ivmenin yavaş yavaş yok olmasıydı. Sabit
yatırımların karlılığı düşerken, mali sermaye karlılığını arttırabilmek için
spekülatif arayışlara girilmişti. İçinde bulunulan koşullar , dönemin Bretton
Wood para sisteminde kilit para yani altın karşılıklı, doların artık dolara
konvertible paralar karşısında değerinin sabit tutulamayacağını ortaya
çıkarmıştı. Sonuç olarak, süregelen dolar aleyhindeki spekülasyon, 1971
Ağustos’unda doların altın paritesinden ayrılmasını ve konvertibl paraların
serbest dalgalanmaya bırakılmasına getirdi. Bunu, özellikle hammaddeler
üzerinde yoğunlaşan hızlı bir spekülasyon izledi, hammadde fiyatları hızla tırmanmaya
başladı. Bu ‘’spekülasyon boom’’a nokta koyan olay, Ortadoğu’da sürüp giden ‘’
Arap-İsrail Savaşı’’ karşısında büyük batılı devletlerin Arap aleyhtarı tutumu
oldu. Büyük petrol üreticisi bölge ülkelerin bu tavrı petrol krizini meydana
getirirken, Batı’ya bir kafa tutmayı da sergiliyordu. Buna dönemin tarafsız
gelişmekte olan ülkelerinin, Batı ülkeleri karşısında pazarlıkçı bir blok
olarak çıkmak eğilimi eklendi. Tüm bunlar neticesinde OPEC petrol fiyatlarını 4
katına çıkardı. Sonuç olarak ‘’boom’’ sona erdi fakat petrol ithal eden ülkeler
özelliklede gelişmekte olan ülkeler adeta bir borç batağına saplandı Türkiye’de
bu ülkelerden birisidir.
c.) Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve ‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ :
1974-1978
Petrol, 1973
sonundaki fiyat artışına kadar neredeyse alternatifi olmayan bir enerji
hammaddesi haline gelmişti çünkü çok ucuz fiyatlı hem de kullanımı da çok
kolaydı. Petrol üretemeyen ülkelerin yeni alternatifler aramasına gerek yoktu
çünkü petrol hali hazırda ucuz ve kullanışlıydı. Fakat, krizden sonra fiyatın 4
katına çıkmasıyla birlikte, tüketicilerinden üreticilerine doğru, dünya çapında
büyük bir gelir transferi oldu. Petrol ithalatçısı olan gelişmekte olan ülkeler
ise bu transferden çifte vurgun yediler. Petrol fiyatlarının artışına ilaveten
birde üstüne zengin ülkelerden yapılan ithalatın fiyatlarının petrol artışından
dolayı artmasıydı. Kendi ürettikleri hammaddeler ise rekabet piyasası içinde
yer aldığında dolayı pek fazla bir değişim göstermemişti. Bunun dışında ,
petrol fiyatı artışının diğer etkilerinden biriyse, enflasyonu tetiklerken
enflasyonu her yerde çift haneli rakamlara çıkarması ve petrol ithalatçısı
ülkelerde şiddetli bir durgunluğun başlamasıydı.
‘’Stagflasyon’’ diye yeni bir kelimeyle
anılan bu durum, enflasyon içinde durgunluğa işaret ediyordu. Dünya çapında ‘’
maliyet enflasyonu’’ yaşanıyordu. (Kazgan,2013,s.120) .
Tüm bunlar
meydana gelirken öte yandan uluslararası bankaların durumlarında yeni bir konum
ortaya çıktı. Birden bire büyük bir gelir artışı sağlayan OPEC ülkeleri,
paraların çok az bir kısmını kendi ülkelerine yatırım olarak harcadılar. Aynı
şekilde ithalat oranları da aynı ölçüde düşüktü. Bu paraların büyük bir
çoğunluğunu bu büyük bankalara yatırmışlardı. Gelişmekte olan ülkeler
yaşadıkları bu krizde ithalatı kısmak zorunda kalmışlardı. Bu durumda bu
ülkeleri borç para almaları yani krediler çekmeleri gerekiyordu burada duruma
ABD el uzattı. Gelişmekte olan ülkelere ithalat kısıtlamalarını ve sermaye
girişi denetimlerini azaltmaları söylendi. Gelişmekte olan ülkeler hızlı bir
şekilde borçlandırılmaya başlandı. Bu ülkeler ithalatlarını arttırdı fakat kısa
süreli borçları birikmeye başladı. 1978’e gelindiği zaman bazı ülkeler( Türkiye
, Arjantin, Zaire, Peru) bu borçlarını ödeyemez duruma geldiler. 1978’de petrol
fiyatları tekrar arttı(ikinci petrol krizi ).
1980’li yılların ilk yarısı, hatta
daha öncesi, GOÜ’nün borç sorununun getirdiği yeni anlayıştaki IMF ve DB
programlarının uygulanması, yani giderek ekonomiyi serbestleştirme baskısı
altına geçti.(KAZGAN,2013,s.121)
2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya
Olayları ve GOÜ : 1974-1985
a.) Kurumsal Değişmeler
1974’ü
izleyen ilk dönemde kredi kurumlarının ellerinde toplanan fonlara acele
‘’plasman’’ alanı bulma baskısına, ekonomik bunalımdan etkilenen GOÜ’nün borç
bulma baskısı eklendi. Petrol fonlarının yeniden dolaşıma sokularak dünya
ticaretinin yavaşlasa da büyümeye devam etmesinde, bu karşılıklı gereksinim
önemli bir rol oynadı. Ancak buna bir diğer etken daha eklendi. Bu da,
öngörülemeyen enflasyon hızı, yani enflasyon hızının beklenenin üzerinde
çıkmasının, zaten düşük olan nominal faiz hadlerinin reel olarak sıfıra, hatta
bir ara negatif düzeye indirilmesi, böylece borçlanmanın cazibesini arttırmasıydı.(Khan
ve Knight, Aralık1983)
1970’lerden
sonra kurumsal bir değişim ise dünya para sisteminde yaşandı. Bretton Woods
Antlaşması’nın 1950 ve 1960’lı yıllarda ayarlanabilir kur sistemi yerini
dalgalı kur sisteminin değişkenliğine bıraktı. 1971 yılından sonra Bretton
Woods Sistemi’nin çöktüğünü söyleyebiliriz. Bu dönemde belirli başlı paraların
hem kendi aralarında hem de dolar karşısında çok büyük değişiklikler
kaydettiğini görebilmemiz mümkündür.
b.) Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
Kaynak: IMF ve
Dünya Bankası
Tabloda
görüldüğü üzere 1972 ve 1986 yılları arasında dünyada ‘kilit’ fiyatları
dalgasal bir şekilde değişim göstermiştir.
c.) Uluslararası Finans Kurumları
Arasında İşbirliği
1970’li yılların son çeyreğine kadar,
IMF, Dünya Bankası, uluslararası bankalar gibi başlıca uluslararası finans
kurumlarının birbirlerinden oldukça bağımsız karar aldıkları, ayrıca aralarında
belirgin işbölümü olduğu söylenebilir. IMF geçici ve konjonktürel olduğu
varsayılan CİB dengesizliklerini giderici politikalara öncelik veriyor, bu
amaçla kredi dağıtımı ve denetimi yapıyordu. Dünya Bankası kalkınma programları
ve yatırım öncelikleri üzerinde durmuş, proje değerlendirmesini bunun amacı
olarak kullanmıştı. Uluslararası bankalar ise, OPEC fonlarının akınına
uğradıkları 1970’lilerin ilk yarısında verdikleri kredilerde ülke ve firma
rizikosunu kendileri belirlemiş, diğerleriyle işbirliği yapmamıştı. CİB
açıklarına karşı uygulanacak politikalarda, asıl işlevi IMF yüklenmiş ve dünya
finans piyasasında ‘gözetici’ olarak diğerlerinden ayrılmıştı(KAZGAN,2013.s.128).
Tüm bunlar
neticesinde 1975’ten sonra IMF, Dünya Bankası ve uluslararası ticari bankalar
işbirliği içine girmeye başladılar bu dönemden sonra bu kurumların finans
piyasasında sıkı bir iş birliği içinde olduğunu görebiliyoruz.
1980’e Kadar Devam Eden Ekonomik
Krizler ve Gelişmeler
Küreselleşen
dünyada devletler bu küreselliğin içerisinde ne kadar aktif bir rol oynuyorsa
dünyada ki gelişmelerden ve olaylardan o kadar çok etkilenmeye başlar. Bunun nedeni
gayri milli safi hasılanın büyük bir bölümünü dış ticaretin oluşturduğunu
söylememiz mümkündür. Türkiye 1929 ve 1958 krizlerini atlatmasında ki asıl
neden ise tam olarak buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin denetimli-planlı
ekonomiye geçmesi krizlerin altından kalkabilmesini sağlamıştır. Dış ticarette
denetim ne kadar azalırsa dış piyasada ki gelişmelerin iç piyasaya yansıması o
kadar kolay olur. Nitekim Türkiye dış baskılar yoluyla serbestleşmeye geçmeye
çalışmıştır. Bunun yarattığı olumsuz etkilere bakacak olursak bunlar büyümenin
duraklaması, dış borç yükünün ağırlaşması, dış borç yönetiminin
olanaksızlaşması, transfer sorunu ve borç ödemeleri gibi olumsuz etkileri
sıralayabiliriz. Ekonomini dışa açılması sürecinde önemli olan iki faktör
karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki dışsal nedenlerdir. Dışsal nedenlerin
başında petrol krizi sonrasında meydana gelen gelişmeler gelmektedir. Kriz
sonrasında uluslararası bankaların ellerinde petro-dolarlar birikmişti.
Bankalar ellerinde biriken bu fonlara yüksek oranlı plasmanlar arıyorlardı.
Bollaşan fonlar, bunların nominal
faiz hadleri düşürdüğü gibi, artan uluslararası fiyatlar da reel faiz hadlerini
negatif düzeyde tutuyordu. Bu yıllarda henüz IMF ile uluslararası bankalar
kesimi arasında fonların kullandırılacağı ülkeler konusunda ‘’işbirliği’’
oluşmadığı için, IMF denetimi dışındaki bu fonlar GOÜ’ye,bu arada Türkiye’ye
‘’hararetle tavsiye’’ ediliyordu (KAZGAN,2013,s.151).
Bu noktada Türkiye ekonomisin dış baskılar tarafından nasıl
yönlendirildiğini görmemize olanak sağlayan verilere bakacak olursak ilk
olarak Türkiye’nin dış ticarette petrol
ithalatının arttırılması söz konusuydu. Türkiye’nin 1970’lerde ki otomotiv
üretimi 1973’te tam 4 katına çıkmıştı. Dünya’da petrol tüketimi azaltılırken
Türkiye bunun tam aksine petrol tüketimini arttırıyordu. Baskılar Türkiye’de
ithalatın artması yönünde gelişiyordu. Tüm bunlar neticesinde Türkiye üzerinde
ki baskılar sonucunda ekonominin yönü Avrupa para piyasasına açılmaya
yönelirken IMF’den aldığı krediler gün geçtikçe artıyordu. Birinci petrol
krizinde ödemesi zorlaşan borçlar ikinci petrol kriziyle beraber tamamen artmaya
başlamıştı. 1958’de yaşanan ekonomik sıkıntıların aynısı bu dönemde de
kendisini göstermişti borçlanarak ülke ekonomisinin ayakta tutulamayacağı net
bir şekilde ortada duruyordu.
4. Karagöl, E.
(2002) a.g.e.
Yukarıdaki
göstergede de görüldüğü üzere Türkiye’nin 1970-1980 arası borcu 8 kata yakın
bir artış göstermiştir.
1978 krizini izleyerek Türkiye’nin
ekonomi politikalarında serbestleşme yönünde öngörülen yapısal dönüşümler,
‘’harfiyen’’ yerine getirildi; öyle ki, dönemin sonuna gelindiğinde TL’nin
konvertibilitesi mümkün hale geldi ( Kazgan,2013,s.184.).
Tüm bu gelişmeler
neticesinde dünyada zorunlu bir ekonomik değişime, yeni bir ekonomik modele doğru
kaydığını görebilmekteyiz. Bu yeni sistem içerisine Türkiye’de hem zorunlu hem
de baskılardan kaynaklı olarak geçmiş bulunmaktadır. Bu yeni ekonomik modelin
adı neoliberalizm olarak adlandırılacaktı. Bu yeni modelin asıl hedefi
kapitalizmin karşı güçlerine karşı kapitalistlerin elini güçlendirmek olarak
karşımıza çıkar. Kapitalizmin karşısında yer alan tüm güçlere karşı sistemin
açıklarını en iyi şekilde kapatma ve devamlılık noktasında en üst boyuta
ulaştırılmasını sağlamaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan örnek
verecek olursak sistemin devamlılığı ve ayakta kalması için güç her türlü
şekilde kullanılmıştır. Burada sözünü ettiğimiz güç sadece şiddet yoluyla değil, devletin elinde bulundurduğu tüm yetkileri
kapitalist sistem adına kullanmasıdır. Örneğin hukuki yollarla şirketlerin ve
sermaye sahiplerinin haklarını güvence altına alma, şirketlerin, finansal çıkar
gruplarının ve burjuvazinin düşük vergi haklarına sahip olması, devletin
elindeki tüm kamusal alanların özelleştirilmeye açılabilmesi gibi her türlü
gücün kullanımını görebilmekteyiz. 1970’lerin başlarından itibaren başlayan
aşırı birikim krizi kar oranlarında azalmaya neden oluyordu buna karşılık
olarak büyük yatırımcıların ve sermaye sahiplerinin tepkisi doğal olarak
‘’rasyonelleşme’’ olmuştu. Daha önceki kapitalist üretim biçimlerinde
‘’rasyonelleşme’’ emeğin daha verimli kullanılması, teknolojik gelişmeler vb.
gibi unsurlar sayesinde sağlanıyordu fakat bu yeni sistemde buna ek olarak
üretimin farklı mekanlarda yeniden örgütlenmesi söz konusuydu. Bu örgütlenmenin
hayata geçirilmesi için şartların çoğu buna elverişliydi. Nitekim 1970’lerin
sonuna gelindiğinde içe yönelik birikimin sona erdiğini görmekteyiz. Türkiye’de
tüketim mallarının üretimi artık yavaş yavaş azalmaya başlamış bunu yerini ise
üretim araçlarının üretimi almıştır. Üretim bolluğu hat safhada kendisini
göstermiştir. Tüketim mallarının kar oranları ve iç pazarın sınırlarına
ulaşması Türkiye’yi zorunlu olarak serbest piyasa ekonomisine yöneltmiştir.
1979 yılında yaşanan kriz hem ekonomik olarak hem de toplumsal açıdan
Türkiye’yi kaçınılmaz olarak kaosun içine sürüklemiştir. 1979 krizi darbeyi
tetikleyen en önemli ekonomik neden diyebiliriz. Hem siyasal hem de toplumsal
sıkıntıların olduğu bu dönemde böyle bir krizin patlak vermesi darbenin en
önemli ayaklarından birisidir.
Karlılık arayışındaki burjuvazi için,
üretimde ve emek-sermaye ilişkilerinde yeni bir aşamaya geçilmesi zorunlu hale
gelmiştir. Bu yeni aşama dışa yönelik birikim olarak belirmektedir. Ancak bu
donuşum için bir yandan sermaye donanımının yetersiz olması, özellikle finansal
acıdan yetersizlikler, emek üretkenliğinin düşük olması, üretimin kalite ve
maliyet acısından uluslararası rekabet şansının olmayışı-, uluslararası
sermayeyle yeni ilişkileri gerektirmiş; diğer yandan söz konusu dönüşüme direnç
gösteren işci sınıfının artan militanlığının dizginlenmesi ihtiyacı doğmuştur.
Ek olarak, donuşumu gerçekleştirebilmek için kurumsal ve yasal düzenlemelerin
de oluşturulması gerekmektedir.(Öztürk- Ercan,2009,s.55-93)
Bu dönem
sermayenin eksiklerinin giderilmeye başlanması ve gerekli altyapının
hazırlanması açısından önemli bir dönemdir. Ticareti burjuvazi bu dönemde
kendisini göstermeye başlamıştır. Yine bu dönemde ihracatın arttırılması için
devlet tarafından yapılan destekleri söyleyebiliriz. 1980 tarihinde darbenin
arka planında ki en önemli gelişmelerden bir tanesi de 24 Ocak’ta alınan
kararlardı. 24 Ocak kararları çoğu insan için darbenin en önemli nedenidir.
24 Ocak Kararları
Göreve gelen
Süleyman Demirel o dönemin Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal’a
yeni bir ekonomik program hazırlaması için görev vermiştir. 24 Ocak 1980’de
açıklanan bu kararlar genel olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu yeni küresel
ekonomik modele geçebilmesinin önünü açan kararlar olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’nin
neoliberal ekonomiye geçmesi için gerçekleştirilmesi gereken üç temel şart
vardı. Bunlardan ilki, mal ve hizmet ticaretinin serbestleştirilmesine karşılık
olarak yapılan ulusal piyasaların
uluslararası piyasaya açılması gerçekleşmiştir. Bu ilk şartın 24 Ocak
Kararları’ndan sonra hayata geçtiğini görüyoruz. Daha sonrasında devletin faiz
oranlarının üzerinde ki etkisi kaldırılmış. İç serbestleşme sağlanmış ve son
olarak da bunu dış finansal serbestleşme takip etmiştir. Fakat burada önemli
olan bir nokta ise bu kararların uygulamaya geçirebilmesinin önünde duran güçlü
bir toplumsal yapı mevcuttu. Bu noktada darbenin bu kararları uygulamak için
yapıldığını söylemek mümkündür fakat sadece bu noktadan konuyu ele almak doğru
olmayacaktır.
Çalışmanın
ikinci bölümü olan darbenin toplumsal nedenlerinde darbeyle beraber toplumsal
olayların bastırılmasından bahsetmiştik;
yukarıda bahsedilen devletin yasal yollarla sermaye sınıfının yararına
düzenlemeler getirilmesi de bu döneme denk gelmektedir. Bu düzenlemeler:
faizlerin serbestleştirilmesi, dışa yönelik kotaların azaltılması, bankaların
tekelleşmeleri kolaylaştırılmış ve sermaye piyasası devletin desteğiyle
oluşturulmuştur. Düzen yavaş yavaş oluşturulmaya başlanmış ekonomide ve diğer
toplumsal ve siyasal unsurlarda da istikrar sağlanmaya çalışılmıştır. Tüm
bunlar evrimsel bir şekilde gelişemeyeceğinden dolayı dışarıdan bir müdahaleyi
gerektirmiştir. İşte bu noktada 12 Eylül 1980 Darbesi’ni görmekteyiz. Bu
küresel sistemin içerisine Türkiye’yi yerleştirmek , düzenin yerine oturtulması
ve piyasa güçlerinin gereken sonuçları yerine getirebilmesi adına 12 Eylül
1980’de ordu, yönetimi ele almıştır.
Toplumsal Nedenler
Neoliberalizm,
insan refahını arttırmanın yolunu özel mülkiyet haklarını arttırmak, serbest
piyasalar ve serbest ticaretin temel alındığı bir çerçevede insan hak ve
özgürlüklerinin en üst düzeye ulaştırılması olarak kendisini tanımlamaktadır.
Devletin rolü ise buna uygun olarak hukuksal ve kurumsal bir çerçeve yaratıp bu
sistemi koruma altına almaktır. Şirketlere ucuz yollu krediler vermek buna
örnek olarak verilebilir. Özel mülkiyet haklarını güvence altına almak,
piyasaların düzgün işleyişlerini garantilemek için zora başvurmak ve her türlü
işlevleri düzenlenmektedir. 1970’lerden sonra dünyanın her yerinde neoliberalizme
doğru güçlü bir yönelme olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden
sonra icat edilen yeni devletlerden tutun da, Yeni Zelanda ve İsveç gibi eski
tarz sosyal demokrasilere ve refah devletlerine kadar neredeyse bütün devletler
bazen gönüllü, bazen zorlayıcı baskılara cevaben, neoliberal teorinin bir
türevini kabul edip bazı politika ve uygulamalarını ona uyarlıyor.(David
Harvey,2015,11)
Türkiye ise
zorlayıcı baskılarla neoliberal politikalara geçmiştir. 1980 darbesi bu
politikaların ülkeye adapte edilmesini sağlamıştır. Tüm bu gelişmeler
içerisinde Türkiye’nin toplumsal durumu içinde bulunduğu ekonomik koşullara
paralel olarak artarak çoğalmaktaydı. Sadece Türkiye bazında değil dünyanın
farklı yerlerinde de aynı döneme denk gelen toplumsal hareketleri beraberinde
getirmişti. Bunlardan bazıları tıpkı
Türkiye’de olduğu gibi darbe gibi yollarla bastırılıp, düzen kurulmaya
çalışıldı. Gelişmekte olan ülkelerde durum böyleyken gelişmiş ülkelerde daha
farklı bir yol izlenmiştir. Gelişmiş ülkelerin bu dönemde içinde bulunduğu
koşullara kısa bir göz atalım. Özellikle Keynesçi politikalar döneminde Fransa,
Almanya, İtalya ve Japonya’da sistematik bir gelişim sergilemek yönünde
uygulanmıştı. ABD ve İngiltere’de ise böyle bir gelişim söz konusu değildi.
1968 ve 1971 yılları arasında yaşanan toplumsal hareketlerin emek ve sermaye
ilişkilerini köklü bir dönüşüme uğratması söz konusuydu.1973-9 arası gelişmiş
ülkelerin ortak makro politikalarına bakacak olursak beş madde halinde
sıralamamız doğru olacaktır.
1.
Ara sıra etkinliği üzerinde
tereddütler dile getirilse de, 1973-9 döneminde Keynesgil talep idaresi
politikaları tümden terk edilmedi.
2.
1970’li yılların konjonktür
hareketlerini irdelerken açıkça sergilemiş bulunduğumuz gibi, 1973-9 dönemi
makro politikaları, GÜ’de ‘’dur-kalk’’(stop-go) tarzında büyüme örnekleri
yarattı.
3.
Para politikasında daraltıcı yönde,
belirgin fakat ülkeler itibariyle yeknasak olmadan olmayan kaymalar izlendi.
Bazı GÜ’nün 1973-9 döneminde parasal hedeflemeye yöneldiklerine, ama
anti-enflasyonist duyarlılığı çok yüksek olan Almanya dışında bu girişimlerin
başarılı olmadığını söyleyebiliriz.(Türel,2017s.189)
İngiltere’de Callaghan hükümeti, işsizlik
oranlarını düşürebilmek adına kamusal alandaki harcamalarını arttırdı fakat
işsizliği azaltma yolunda alınan bu kararlar enflasyonun artmasıyla çöktü ve
1978-1979 arasında büyük grevler gerçekleşti. Artan toplumsal tepkiler
sonucunda hükümet el değiştirdi. 1970’lerden 80’lerin sonlarına kadar dünyanın farklı coğrafyalarında farklı
şekillerde hükümetlerin el değiştirmesini, toplumsal alanda işçi sınıfının öne
çıkmasını ve birçok darbe girişimi ve gerçekleştirilen darbeleri
görebilmekteyiz. İngiltere örneğine ek olarak Türkiye’yle benzerlikleri bulunan
Şili darbesine bir göz atalım. 1970’lerde dünyanın içerisinde bulunduğu durum Latin
Amerika’yı çok zor şartlar altına almıştı. Serbest ekonomi politikalarının
etkilerini toplumsal açıdan en iyi görebileceğimiz yerlerden biriside Latin
Amerika örneğidir. Diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak Şili
neoliberal politikaların ilk uygulanmaya başladığı yer olarak karşımıza
çıkmaktadır.
1964 yılında Sosyalist Parti’nin
başkanlık adayı olan Allende’nin kabiliyetleri ve vaatlerinin dışında sol
tandansın, Latin Amerika’daki diğer ülkelerin rejimlerinde ve toplumsal
kabullerin değişmesinde de önlenemez şekilde çekici ve kitleyi harekete geçiren
bir motivasyonun olduğunu belirtmek gerekir. Güney Amerika genelinde yaşanan
sosyalist akım Şili’yi de etkilemiştir. Toplumsal anlatım biçimlerinden biri
olan duvar resimlerinde de yansımaları olmuştur (Rolston, 2011: 115-120).
Şili’de ki
toplumsal hareketliliğin ve devletçi politikaların atması Amerika’nın
istemediği bir durumdu. Sonuç olarak 1973 yılında Amerika destekli darbe
gerçekleşmiştir. Daha sonraki dönemlerinde ise ekonomik politikaların yürürlüğe
sokulduğunu biliyoruz. Türkiye’de ki darbenin toplumsal boyutuna bakarken
Şili’dekine benzer bir durum olduğunu diğer bölümde daha detaylı bir şekilde
ele aldık.
1960-1968 Arası Dönem
Bu dönem
aralığına bakmadan önce 27 Mayıs’a kadar ki sürece kısa bir göz gezdirmekte
fayda var. Türkiye 1950’lerde hızlı bir kapitalist sürecin içerisine girdi.
Demokrat Parti Amerika’nın yardımıyla beraber kapitalistleşme süreci içerisinde
önemli bir gelişme gösterdi. Bu on yıl içerisinde devlet korumasıyla ve
tekelleşmeyle beraber ilerleyen durum içerisinde bazı temel sıkıntılar ortaya
çıktı. Bunlardan ilki, endüstriyel olarak çok fazla gelişme gösterilememiş
olması diğer bir neden ise gittikçe Amerika’ya bağımlı hale gelmesiydi. Daha
önceki dönemlerde Türkiye’de işçi sınıfının varlığından bahsetmek pek mümkün
değildi ancak bu on yıl içerisinde işçi sınıfı giderek büyüdü ve kendini
gösterebilecek noktaya ulaştı. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye yeni bir toplumsal
döneme girmiş oldu. Türkiye solunun bu tarihten itibaren kendisini göstermekte
olduğunu görebiliyoruz. Bu tarihe kadar Kemalizm ve çeşitli sol yapıların
birlikte hareket ettiklerini yada aynı çizgi üzerinde durduklarını biliyoruz
fakat, 27 Mayıs bu noktada bir dönüm noktası haline geldi. Sol artık geleneksel
anlayıştan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı kendi içerisinde farklı fraksiyonlar
ortaya çıktı. Türkiye tarihinde daha öncesinde ve sonrasında bu denli yüksek
bir toplumsal değişim görülmemişti. Toplumun her kesiminin politikleştiği bir
dönem olarak kendisi ortaya koymuştur. Politikleşmenin arkasında yatan asıl
neden Türkiye’nin çok hızlı bir şekilde ekonomik olarak farklılaşması ve yani
faklı sınıf ve yapıların ortaya çıkmasıydı. Grevler ,gösteri ve yürüyüşler
arkası arkasına gelmekteydi. 1950’lerin sonuna kadar Türkiye işçi hareketin her
taraftan baskı altındaydı. Sendikalaşma hakkı tanınmış olsa bile grev ve
gösteriler yasaklanmıştı. 274 ve 275 Sayılı Sendika ve Toplu Sözleşme
Yasası’nın çıkışı ile birlikte toplu sözleşmeli, grevli sendikacılık dönemi
başladı. 1961’den itibaren başta İstanbul işçileri olmak üzere, işçi sınıfı
işten çıkarılmalara karşı, sendika ve grev hakkı için eylem ve mücadelelere
girişti. Başında, sonrada TİP kurucusu olan Avni Erakalın ve arkadaşlarının
bulunduğu İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ile Türk-İş’in 31 Aralık günü
düzenledikleri Saraçhane mitingine 150 bin kişi katıldı.
İşçilerin yer yer polisle çatıştığı
1963 Ocak sonunda başlayıp 4 Mart’a kadar süren Kavel direnişi siyasal istemli
bir grev olarak yaşandı. 24 Ekim 1961’den, 15 Temmuz 1963’ kadarki 20 aylık
süre içindeki işçi eylemlerinin dökümünü yapan M.Şehmus Güzel, bu dönem içinde
16 grev, 6 oturma grevi, 7 sakal grevi, 17 miting ve gösteri, 126 bildiri demeç
vb. ile 186 eylem gerçekleştirildiğini yazmış.(Güzel,1985,C8,s.1870.)
Daha
sonrasında meydana gelen önemli gelişme ise 1965’te Zonguldak’ta maden işçileri
tarafından gerçekleştirilen büyük
direniştir. Bu direniş esnasında çıkan çatışma sonucunda iki tane maden işçisi hayatını kaybetmiştir.
1960 sonrasında sol harekete damgasını vuran iki hareketten söz edebiliriz: YÖN
ve TİP. Daha sonra 1960’ların ortalarına geldiğimizde bu iki harekete MDD
hareketini dahil oluyor.
1.YÖN HAREKETİ
1961’in Aralık
ayında kurulmuştur. Yön hareketini amacı : ‘’Atatürk devrimleriyle amaç
edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını
sonuçlandırmanın, Türk demokrasisini yaşatmanın, sosyal adaleti
gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerine oturtmanın,
ancak, iktisadi alanda hızla kalkınmakla yani milli istihsal seviyesine hızla
yükselmekte olduğuna inanıyoruz.’’ Yön Türkiye tarihinde en aydın hareketlerden
birisidir. YÖN hem Kemalist hem de sosyalist bir yapıydı. Bu hareketin en
önemli özelliği Türk Sosyalizmi’ni temel alıp kendisini ‘’anti komünist’’ bir
yapıda tanımlamış olmasıdır. Daha sonralarda ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
içerisinde örgütlenerek iktidarı ele geçirme girişimleri olmuştur. YÖN’ün farklı
örgütlenme biçimi olarak karşımıza ‘’Çalışanlar Partisi’’ ve ‘’Sosyalist Kültür
Derneği’’ çıkmaktadır. Çalışanlar Partisi çok fazla uğraşılmasına rağmen
kurulamadı. Buna Amerikan sendikacılık anlayışı ve hükümetin baskıları neden
olmuştur. Parti kurma girişimi olumsuz yönde gelişince YÖN kendisini farklı
kanallara yöneltti. İkinci örgütlenme olarak kendilerine ‘’Sosyalist Kültür
Derneği’’ adını verdikleri dernek etrafında toplanmaya başladılar. Derneğin
ilerleyen zamanlarında kendi içlerinde ki bölünmeden kaynaklı olarak YÖN
hareketi sona ermiş oldu.
2.TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (TİP)
Türkiye solunun gelmiş geçmiş en
özgün ve yaratıcı isimlerinden birisi olan Mehmet Ali Aybar, adı her ne kadar
Türkiye İşçi Partisi’yle (TİP) özdeşleşmiş olsa da partinin kurucularından
değildi: Aybar ve bir grup arkadaşı 1960 yazında sosyalist bir parti kurmayı
tasarlayarak, parti tüzüğü üzerindeki çalışmaları ilerlettiler. Ancak bazı
sendikacıların bir işçi partisi kuracaklarını öğrenince parti çalışmalarına son
verme kararı aldılar. Nitekim TİP, 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından
kuruldu. Sendikacılar kuruluştan hemen önce Aybar ve arkadaşlarından partinin
tüzüğü konusunda yardım istemişler, 1950’li yıllarda Demokrat İşçi Partisi’ni
kurucuları arasında yer almış olan Orhan Arsal 13 Şubat sabahına kadar
sendikacılara yardımcı olmuş, ortaya bir tüzük çıkmıştı. Ne var ki, yeni
partinin kurucuları Arsal’a kurucular arasında yer alması için teklifte dahi
bulunmamıştı. Zira kurucuların sadece işçilerden oluşmasını
istemekteydiler.(AYBAR,2014,s.9)
TİP, 1963
seçimlerinde 36.000 oy aldı. Parti kendisini halka tanıtmada önemli gelişmeler
kaydetmiştir ve başarılı da olmuştur diyebiliriz. Daha sonraki geçimde ise
276.000 oy alarak 15 milletvekiliyle meclise girmiştir. Ama yine de bu oran
düşük bir orandı aynı zamanda bu oyların alındığı yerlerin büyük bir çoğunluğu
İstanbul olduğu için işçi sınıfından daha çok orta sınıfın desteklediği bir
partiydi. Mecliste yer alması ise muhafazakarlar tarafından hoş karşılanmamakla
birlikte anti-emperyalist söylemler nedeniyle sık sık tartışmalara neden
oluyordu. TİP’in ideolojik yapısı Batı tarzı işçi partilerine benzer bir yapıdaydı.
Öncelikleri ilk olarak anti-emperyalizm daha sonra ise sınıfsal hareketlerden
kaynaklıydı. TİP Türkiye’yi Batılaşmış bir toplum olarak nitelendirdiğinden
dolayı buna karşı çıkan görüşler giderek güçlenmeye başladı. Sonuç itibarıyla
TİP Türkiye’de solu bir araya getiren ilk hareket oldu diyebiliriz. Daha sonra
ki ortaya çıkan fraksiyonların neredeyse tamamı TİP’in içerisinden çıkmışlardır.
1968 yılında 12 bin 695 üyeye kadar çıkmayı başarabilmiş bir harekettir ki bu o
dönemin koşullarında çok sağlam bir kitledir. Genel olarak TİP devrimci bir
parti olmayı başaramasa da kendi içinde ki örgütlü kitlesine sağlam bir parti
geleneği artarmış oldu.
3.MİLLİ DEMOKRAT DEVRİM HAREKETİ
(MDD)
Milli
Demokrat Devrim Hareketi’nin kurucu kadrosu illegal TKP’nin çizgisini takip
eden isimlerdir. Aslında bir bakıma TKP çizgisinin devamı niteliğinde de
diyebiliriz. MDD adı üstünde bir harekettir. Türkiye soluna kazandırdığı önemli
şeylerden vardır. Bunlardan en öznemlisi, Marksist literatürün Türkiye’ye
kazandırılması. MDD militan hareketlere sıcak bakıyordu. Seçimle iktidara
gelme, düzen içinden düzeni değiştirme gibi düşüncelere tamamen zıt bir
hareketti. TİP içerisinde ki gençliği etkilemiş aynı zamanda TİP’in siyasal
yanlış ve eksiklikleri karşısında daha mücadeleci daha devrimci bir söylem
geliştirmiştir. MDD kısa bir hareket olarak karşımıza çıksa da daha sonralarda
Türkiye solunu ne denli etkilediğini görebiliriz. Özellikle 68 dönemi ve
sonrası için önemli bir hareket olmuş ve ideolojik etkileri uzun yıllar
sürmüştür.
1968-1971 Arası Dönem
Bu dönem
Türkiye açısından çok farklı bir dönemdir. Bu dönemde olaylar hızlanmış ve
birçok önemli gelişmelerin yaşanmış olduğu iki yıllık bir dönemdir. Bu dönemde
dünyada öenmli gelişmeler meydana gelmiştir. ABD ve Rusya arasında her türlü
nükleer savaş olasılığını önlemek için farklı dengeler kurulmaya başlandı.
Ortadoğu üzerinden ilerleyen bu gelişmelerden Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün
değildi. Mısır’ın Rusya ile olan bağlarının artması, Libya’da Kaddafi’nin başa
gelmesi, Yemen ve Etiyopya’daki değişimler, Irak ve Suriye’de Baas çıkışları
gibi gelişmeler Rusya’nın Ortadoğu’da gücünün artmasına neden olan
gelişmelerdi. Diğer taraftan, Suudi Arabistan, Basra Emirlikleri, Ürdün gibi
Arap İslam Ülkeleri’nin ABD ile olan ilişkileri arttı. Aynı dönemde Filistin
silahlı mücadeleye başladı. Yine Fransa’nın bu dönemde Rusya ile yakın olduğunu
görüyoruz. Ardından Çekoslovakya olayları patlak verdi. Batı Avrupa’da
özellikle Fransa’nın başkenti Paris merkezli sol ve sosyalist gençlik
hareketleri ortaya çıktı. Bu dönemde Türkiye’de de olaylar ısınmaya başlamıştı.
1968 yılında İstanbul Üniversite’si işgal edildi. Burada başlayan eylemler
hızla siyasal ortama kaymaya başladı ve yavaş yavaş politikleşen bir toplumsal
ortam oluşmaya başladı. 1968’in en kritik olaylarından birisi ise 6.Filo’nun
İstanbul’a gelmesidir. Bu olay sonrasında gençliğin eylemleri şiddetlenmeye
başladı.
1969 Şubat’ında, İslamcı gazete
Bugün’ ün kışkırttığı, iki ilerici insanın ölümüyle sonuçlanan ‘’kanlı pazar‘’
yaşandı. Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenaze törenindeki olayları protesto
etmek üzere yüksek yargı organları mensupları Mayıs 1969’da yürüdüler.
Ağustos’ta Türk Demir Döküm’ün 2.300 işçisi fabrikaları işgal ettiler. Eylül’de
Ereğli Demir Çelik işçileri grevlerinin ertelenmesine karşı eylem yaptılar.
Tarsus’ta yedi köy halkı 600 traktörle Ankara-Adana- Mersin yolunu trafiğe
kapattılar. Ekim’de ODTÜ’de öğrencilerle jandarmalar arasında silahlı çatışma
çıktı. Kasım’da Polis Enstitüsü öğrencilerinin boykotu, İstanbul’da Gamak
Elektrik Motorları fabrikasında çıkan büyük çatışmada 7 işçinin kurşunlanması
ve birinin ölümü… (YURTSEVER,2016,s.101)
Daha sonraki
dönemler ise silahlı çatışmaların hızla arttığı dönemlerdir. Sağ ve sol
hareketler de kendi içlerinde çatışmalara ve bölünmelere başladı. Asıl olan
soldaki bölünmelerdir çünkü sağ hareket kendisini belirli bir ideolojik çerçeve
üzerinden tanımlamaktan ziyade devlet eliyle solun karşısına konulan bir
harekettir. Tabi ki de bu sağ hareketin salt devlet destekli bir hareket
olduğunun kanıtı değildir fakat büyük bir kısmı böyle bir örgütlenme yapısı
içerisinde şekil almıştır.
1. Parçalanan Sol ve
15-16 Haziran Eylemleri
Önceki bölümlerde solun kendi içerisinde ki tartışmalardan ve
bölünmelerinden bahsetmiştik. Bu iç çatışmalar ve bölünmeler bu döneme denk
gelmektedir. Bu dönemde ülkenin içinde bulunduğu durum tam bir kaos ortamıydı.
Hem sosyo-ekonomik hem de siyasal açıdan büyük bir kargaşanın içerisinden geçen
ülkede solda kendi içerisinde parçalanmıştı. Bu dönemde karşımıza üç tane sol
örgüt çıkıyor. THKP-C, THKO ve TKP/ML. Bu üç sol örgüt bu dönemin kaos
ortamının içinde ortaya çıktılar. Yine bu dönemde meydana gelen önemli bir
toplumsal hareketlilik olarak karşımıza 15-16 Haziran İşçi Eylemleri çıkıyor.
Bu işçi eyleminin Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük ve görkemli eylemi
olduğuna hiç şüphe yoktur. BU eylem 14 Haziran günü yapılan büyük sendika toplantısında
örgütlendi. İlk gün 70 bin işçi fabrikalara girip çalışmadan beklediler daha
sonra fabrikanın dışında yürüyüşe başladılar. Bu yürüyüşe diğer işçilerde
katılmaya başladı. 16 Haziran günü daha kitlesel bir grup oluşmuştu ve sayı
neredeyse 150 bine yakındı. Çatışmalar yaşandı işçilerden hayatını kaybedenler
oldu. Devlet 16 Haziran akşamı olayları kontrol altına almayı başarabildi.
Fabrikalar askerler tarafından kuşatıldı, yüzlerce işçi gözaltına alındı.
1971 Dönemi
1971 dönemine damgasını vuran üç tane sol yapıdan söz
edebiliriz. Bu üç örgüt bu dönemde kısa bir süre içinde kendilerini duyurmayı
başarabildiler. MDD hareketinden kopmalarından kısa bir süre sonra ses getiren
eylemlere başladılar. Bir yıl içerisinde çatışmalar, eylemler, yakalanmalar ve
kaçışlardan oluşan hareketli olaylarla beraber kendilerini toplumsal bir alanda
var etmeyi başarabildiler. Bu hareketlerin hepsi TİP’in ve MDD’nin içinden
çıkan hareketlerdir.
1.Olaylar
THKP-C’nin kurulmasında kısa zaman
sonra gerilla timleri oluşturuldu ve zaman kaybetmeden eylemlere başlandı. İlk
olarak banka soygunlarıyla başlayan eylemler daha sonralarda Mete Has’ın
kaçırılmasıyla devam etti. Örgütün kendisini gösterdiği asıl eylem ise 17 Mayıs
1971’de İsrail’in İstanbul başkonsolosunun kaçırılması eylemidir. Daha sonrasında
ise 23 Nisan günü konsolos ölü olarak bulunmuştu. Bu olayın ardından
İstanbul’da sokağa çıkma yasağı konuldu. 25 bin polis ve asker sokaklarda
aramalar gerçekleştirdi. THKO liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan
ve arkadaşlarının yargılanması başladı. THKP-C’den Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ve
Ulaş Bardakçı; Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'ndan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna
İstanbul Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtılar. 15 idam kararını bozan
Askeri Yargıtay İkinci Dairesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan
hakkındaki idam kararlarını onayladı. TBMM Adalet Komisyonu Deniz Gezmiş, Yusuf
Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam cezalarını onayladı. Sonrasında Türkiye Büyük
Millet Meclisi Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idamlarını onayladı.
Cumhuriyet Senatosu; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam
kararını onayladı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan hakkında verilen idam cezalarını onayladı. Türkiye Halk Kurtuluş
Partisi- Cephesi lideri Mahir Çayan ve arkadaşları Ünye Radar Üssü'nden 3
İngiliz teknisyeni kaçırdı. Anayasa Mahkemesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan'ın idam kararlarını usulden iptal etti. TBMM'nin idamları yeniden
görüşeceği açıklandı. TBMM, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam
kararlarını yeniden onayladı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara
Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi. Türkiye İşçi Partisi davası sonuçlandı.
Genel başkan Behice Boran 15 yıla mahkûm oldu. 21 sanığa ağır hapis cezası
verildi. Uğur Alacakaptan 6 yıl 3 ay, Uğur Mumcu 5 yıl 10 ay hapse mahkum oldu.
Tüm bu olaylar sonrasında siyasal iktidarda meydana gelen değişiklikle beraber
Türkiye toplumsal olarak yeni bir döneme daha girdi 1974’ten itibaren Türkiye
için daha farklı bir dönemdir. 1974 sonrasında karşımıza farklı sol yapılar
çıkmaktadır. Önceki bölümlerde bahsettiğimiz sol yapıların bu dönemde daha
karmaşık ve parçalanmış bir hal aldığını göreceğiz.
1974 ve Sonrası
1971’den sonra Türkiye’de ki sol
hareketi yeniden canlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkiye sol hareketinin
daha keskin ve kitlelere daha çok yayılan bir hal aldığını görmekteyiz.
Sınıfsal hareket daha önce görülmemiş bir şekilde örgütlenmiş bir halde sahaya
çıkıyor. Emekçi kitlelerin milyonlara ulaşan sayısı ve sendikalaşma oranları
Türkiye tarihinin en üst düzeyine ulaşmıştır bu dönemde. Sendikal hareketlilik
Avrupa ülkelerinden Fransa ve Almanya’dan daha fazlaydı. 1977’de siyasal şiddet
olaylarından ölenlerin sayısı 319’du; bu sayı 1978’de 1095’e, 1979’da 1362’ye fırladı. MHP’nin
provokasyonu ile başlayan Kahramanmaraş olayları ise, Ecevit hükümetinin
kasıtlı ihtimalinin de katkısıyla 100’den fazla insanın öldürüldüğü kitle
katliamına dönüştü. Maraş olayları sonrasında sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Türkiye zor bir dönemden geçiyordu. Toplumsal düzenin kontrolü devlet
yönetimden çıkmıştı. Artan olaylar alınan kararlarla bastırılamayacak bir hale
geldi. Sol hareket Türkiye’nin her yerinde yaygın bir şekilde farklı
fraksiyonlarda kendisini örgütlüyordu. Kitlelerin toplumsallığı artarak
çoğalmakta bununla birlikte sol içerisinde ki illegal yapılarda paralel olarak
artış göstermekteydi. Bu artış beraberinde çatışmaları ve durdurulamaz bir
toplumsal kargaşayı oluşturdu.
Sol hareketteki yığınsallaşma, başka türlü
söylenirse büyüme, nitel bir gelişme, bir ileri sıçrayış olamadı. Tersine,
hareket büyüyüp yaygınlaştığı ölçüde nitelik ve derinlik yitirdi. Türkiye
sosyalist hareketi, 1974-80 arasında yığınlarla bağ, örgütlenme ve eylemlilik
açısından ileri, sosyalist nitelik açısından ise göreli olarak geri bir dönem
yaşadı. 12 Eylül sonrası çözülüşü anlamakta bu nokta büyük önem taşıyor.
1974-1980 arasındaki 6 yıllık dönemin 1960-1971 arasındaki 11 yıllık dönemden
ilk bakışta göze çarpan farkı, sol ve sosyalist hareketin pratikte birbirinden
ayrışmış bölmelerinin belli bir kitle hareketi ve tabanı üzerinden ayrı hareket
ve örgütlülükler olarak ortaya çıkmalarıdır. (YURTSEVER,2016,s185)
Sonuç olarak 1980 Askeri Darbesi
üzerinde toplumsal olayların etkisi oldukça büyüktür. Bu süreç içerisinde
meydana gelen gelişmeler ve bunların son noktada bir çözüme kavuşturulması
açısından son yol olarak darbe denenmiştir. 1980 darbesinin toplumsal
etkilerinin yanı sıra o dönemin içinde bulunduğu koşullarda siyasal dengesizliklerin
ve istikrarsızlıkların etkisi oldukça büyüktür.
Siyasal Nedenler
12 Eylül 1980 darbesinin nedenleri
arasında son olarak siyasal nedenleri ele aldık. Türkiye’nin o zamanki
koşulları içinde siyasal açıdan bir istikrar söz konusu olması mümkün değildi. Ekonomik
ve toplumsal olayların yanı sıra buna siyasal istikrarsızlıkların da eklenmesi
darbenin yolunu hazırlayan en önemli nedenlerden bir tanesidir. 12 Mart
muhtırasından sonra Süleyman Demirel hükümeti yıkılmış ve 1980’e kadar siyasal
istikrar sağlanamamıştı. Burada 1971’den sonrasını almamınız temel nedeni 12
Mart’ta ordunun mevcut hükümeti indirmesinden kaynaklanmaktadır. Daha önceki
dönemlere baktığımız zaman hükümetlerin ve partilerin o döneme kadar çok fazla
çatışma içerisinde olmadığını çok fazla olmasa da siyasal düzenin korunduğunu
görebilmekteyiz. 1971’den sonra ise olaylar farklı boyutlara evirilmiştir.
Türkiye’ tarihinde siyasal düzenin en çok bozulduğu dönem 1971-80 arası
dönemdir. Çalışmanın genelinde olduğu gibi darbeye etki eden siyasal boyutları
da tarihsel açıdan sıralamak doğru olacaktır.
12 Mart Muhtırası
Muhtıranın nedeni kardeş kavgası, ekonomik bunalımlar, ülke
içerisinde ki kaos ortamı, tüm bunlara sebep olan hükümetin Atatürk’ün
hedeflediği yoldan çıkması ve Türkiye’nin geleceğini tehlike altına sokması
olarak gösterilmiştir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç,
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal
Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra 12 Mart Muhtırası şu maddelerden oluştu:
·
Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve
icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik
huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine
ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk
ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine
düşürülmüştür.
·
Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı
Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini
giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek
mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir
görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı
bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
·
Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği
takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye
Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan
doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…
Siyasi İstikrarsızlıklar Dönemi
Muhtıranın verilmesinden sonra mevcut
Süleyman Demirel hükümeti devrildi. Süleyman Demirel bu olaydan sonra
istifasını verdi. Sonrasında ise Nihat Erim milletvekilliğinden istifa ederek
‘’partiler üstü reform hükümeti’’ni kurdu. 22 Mayıs 1972 yılına geldiğimizde
başbakanın yeniden değiştiğini görmekteyiz. Bu tarihte Nihat Erim başbakanlık
koltuğunu Ferit Melen’e devretti. 1 yıla yakın başbakanlık koltuğunda
oturduktan sonra yerini Mehmet Naim Talu’ya devretti. Ülke genel seçimlere
gitti. 14 Ekim 1973’te ülkede genel seçimler yapıldı. Seçim sonuçlarında tek
başına hükümet kurabilen bir parti olmadığı için koalisyon hükümeti kuruldu.
CHP-MSP koalisyonunda bir protokol imzalanarak başbakanlık görevine Bülent
Ecevit getirildi. CHP-MSP koalisyonu birlikte ortak bir protokol imzaladılar.
Bu protokolde milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkesine yürekten
inanan; hukukun üstünlüğüne, demokratik hak ve hürriyetlere saygılı olan iki
partinin ortak amaçlarının, kanunları herkese eşit olarak uygulayan, Atatürk
ilkelerine bağlı bir devlet idaresiyle anlayış, kardeşlik ve sosyal adalete
dayanan bir toplum düzeninin kurulması olduğunu belirtmişlerdi. Kurulan bu koalisyon hükümetinin de çok fazla
ayakta kaldığını söyleyemeyiz. Ülkenin içinde bulunduğu durumlar neticesinde
hükümet yeniden değişmiş ve kısa süreli bir hükümet daha kurulmuştur. 17 Kasım
1974 tarihinde kurulan bu yeni hükümetin başına ise Sadi Irmak geçmiştir.
Güvenoyu alamamasına rağmen 31 Mart 1975’e kadar Sadi Irmak Hükümeti’nin
kaldığını görmekteyiz. Daha sonrasında Süleyman Demirel yine başbakanlık
koltuğunda. 31 Mart 1975’te MHP-AP-CGP koalisyonuyla ile kurulan hükümetin
başına Süleyman Demirel getiriliyor.
1977’de gidilecek olan genel seçimler
5 ay erkene alındı ve erken seçime gidildi. Seçimden CHP birinci parti olarak
çıktı fakat TBMM’de yapılan güven oylaması sonucunda çoğunluğu sağlayamayan
Ecevit 3 Temmuz 1977’de görevinden istifa etti.
https://tr.wikipedia.org/wiki/1977_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri
Sonrasında gelen geçici hükümet ise
yine Süleyman Demirel başkanlığındaki 41.Türkiye Hükümeti’dir. Bu hükümet ise 5
Ocak 1978 tarihine kadar görev yapmıştır. 5 Ocak’ta yapılan pazarlıklar
sonrasında tekrar Ecevit başbakan oluyor. 1979 yılına geldiğimizde ise Türkiye
tekrar ara seçime gidiyor. Bu dönemde boşalan 5 milletvekilliği için Konya,
Manisa, Aydın, Edirne ve Muğla’da seçimler yapılmış ve 42. Hükümet düşmüştür.
Yeni kurulan hükümetin başına tekrardan Süleyman Demirel geçmiştir. Bu dönemde
önemli bir gelişme mevcut . Adını tarihinden alan ‘’24 Ocak Kararları’’ dönemin
en önemli gelişmelerinden birisidir. Nitekim yeni gelen hükümet de çok fazla
kalamadı 12 Eylül 1980’de darbe gerçekleşti.
Sonuç
12 Eylül darbesinin arkasında yatan
nedenlere baktığımızda karşımıza çıkan sonuç bize darbeyi sadece toplumsal veya
sadece ekonomik olarak ele alamayacağımızı göstermektedir. Arka planda çok
boyutlu etkenlerin olduğunu görüyoruz. Bunlar hem toplumsal hem ekonomik hem de
siyasal nedenlerden kaynaklı olarak gelişen olaylar zincirinin bir sonucu
olarak son noktada çözüm yolunun darbeden geçtiğini göstermektedir. Yine burada
darbenin sadece yerel boyutta şekillendiğini söylemek doğru olmayacaktır.
Darbenin arkasındaki nedenlerin büyük bir çoğunluğu küresel etkiler
barındırmaktadır. Mesele sadece ülkenin içinde bulunduğu durumdan bir kurtuluş
meselesi olmamakla birlikte sadece dış güçlerin Türkiye üzerinden kurduğu
stratejik planlarda değildir. Bazı dönemler ülkeler için bir değişim
noktasıdır. 12 Eylül bu noktada kilit bir hal almaktadır. Günümüzde yaşadığımız
toplumsal, ekonomik ve siyasal durumun kilit noktalarından birisinin 12 Eylül
olduğunu görebiliyoruz. Bugün hala 12 Eylül’ün getirmiş olduğu anayasayı
kullanmaktayız. Günümüzde toplumsal hareketliliğin en az olduğu, demokrasi
geleneğinden uzaklaşan, gittikçe anti-laik bir hal alan yerlere bakacak olursak
buraların 1980 öncesinde devlet tarafından sağın örgütlendirildiği yerler olduğunu görebiliriz. Bu durumda 1980
darbesini sadece o dönemin koşullarıyla ilişkilendirmek doğru değildir. 80’ler
dendiği zaman aklımıza ilk gelen şey o dönemin giyinme kültürü, müzikleri
aklımıza gelir. Bunun en önemli nedeni bu dönemden sonra insanların popüler
kültürle olan ilişkisinin artmaya; siyaset, bilim, felsefe gibi konulardan
gittikçe uzaklaşmaya başladığı bir dönemdir. Çünkü insanlar bu tüketim
toplumuna ne kadar adapte olurlarsa sistem için o kadar az zarar teşkil etmeye
başlarlar. Bu duruma gelene kadar birçok önemli olay gerçekleşmiştir. Türkiye
açısından bakacak olursak 1980 askeri darbesi bu önemli olaylardan birisidir.
12 Eylül’ün sosyolojik açıdan hala önemli olduğunu gösteren önemli bir örnek
ise 2016 yılında gerçekleşen darbe girişimin arkasındaki yapının 1980 sonrasında
gelen neoliberal politikalar ve teknolojik yeniliklerin kullanımının
arttırılmasıyla beraber bu döneme uygun,
modern okullar yoluyla kurumsallaşmaya başladığı dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Sonuç olarak kapitalist sistem her ne kadar en uzun süre ayakta
kalmayı başarabilen bir sistem olsa da kendi yapısal durumundan kaynaklanan
krizlerin sonunu getirmeyi başarabilmiş değildir. Sistem sürekli olarak
krizlerden geçmekte ve kendisine farklı çözüm yolları üretebilmektedir. Bu
noktada bazen kendi iç dinamikleriyle sorunları aşmayı başarabilmiş bazı
durumlarda ise dışarıdan müdahaleler yoluyla ayakta kalmıştır. Türkiye 1980
öncesi dönemde çok farklı bir durumun içerisindeydi fakat 1980’den sonrada
işlerin çok iyiye gittiğini söylemek doğru değildir. Bu noktada darbeler sadece
koşullara bağlı gelişen krizleri veya çıkmazları aşmak için gerekli görülen eylemlerdir.
Hiçbir zaman sistemin bozuk çarklarını düzene sokamazlar.
Kaynakça
Aybar, Mehmet A.(2014), ‘’Türkiye İşçi Partisi Tarihi’’, ed:
Kıvanç Koçak İstanbul, İletişim Yayıncılık
Aydemir, Şevket S. (1973), ‘’İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali’’,
İstanbul, Remzi Kitabevi
Ercan, F. ve Öztürk, Melda Y. ,’’ 1979 Krizinden 2001 Krizine Türkiye’de
Sermaye Birikimi Süreci ve Yaşanan Dönüşümler’’, Praksis 19, s. 55-93,
Dipnot Yayınları.
Güzel, Mehmet Ş. , ‘’Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi’’,
cilt:8, s.1870, İstanbul, İletişim Yayınları,1983.
Harvey, D.(2015), ‘’Neoliberalizmin Kısa Tarihi’’, Aylin
Onacık (Çev.),İstanbul, Sel Yayıncılık
Kazgan,G.(2013), ‘’TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KRİZLER(1929-2009)’’Ekonomik Politik’’ AÇISINDAN
BİR İRDELEME’’, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ed: Göksün
Yazıcı
Rolston, Bill ‘‘Murals and Resistance in Santiago, Chile”, 2011 çev : Elçin Gen ‘’ Santiago’da Direniş ve Duvar Resimleri
‘’ 2015, http://www.e-skop.com/skopbulten/sanat-ozgurluk-santiagoda-direnis-ve-duvar-resimleri/2642
Savran, S.(2010), ‘’Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri -1’’, Cilt
1, İstanbul, Yordam Kitap
Türel, O.(2017), ‘’Küresel Tarihçe,1945-79’’,İstanbul, Yordam Kitap
Yurtsever, H.(2008), ‘’Yükseliş ve Düşüş Türkiye Solu 1960-1980’’,
İstanbul, Yordam Kitap
Etiketler: Sosyoloji
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa