15 Ekim 2018 Pazartesi

1980 Askeri Darbesinin Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Arka Planı


1980 Askeri Darbesinin Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Arka Planı
Dokuz Eylül Üniversitesi – Edebiyat Fakültesi-Sosyoloji Bölümü
Bitirme Tezi
SERTAN ÜNAL


İçindekiler
·         Kısaltmalar
·         Yöntem-Teknik
·         Giriş
·         Ekonomik Nedenler
·         Türkiye’de ve Dünya’da Krizler
·         Petrol Krizi, Gelişmekte Olan Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
·          Dünya Ekonomisinde Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin Patlaması: 1970-1974
·         Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
·          Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve ‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ : 1974-1978
·         2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya Olayları ve GOÜ : 1974-1985
·           Kurumsal Değişmeler
·         Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
·          Uluslararası Finans Kurumları Arasında İşbirliği
·         1980’e Kadar Devam Eden Ekonomik Krizler ve Gelişmeler
·         24 Ocak Kararları
·         Toplumsal Nedenler
·         1960-1968 Arası Dönem
·         1.Yön Hareketi
·         2.Türkiye İşçi Partisi (TİP)
·         3.Milli Demokrat Devrim Hareketi (MDD)
·         1968-1971 Arası Dönem
·         Parçalanan Sol ve 15-16 Haziran Eylemleri
·         1971 Dönemi
·         Olaylar
·         1974 ve Sonrası
·         Siyasal Nedenler
·         12 Mart Muhtırası
·         Siyasi İstikrarsızlıklar Dönemi
·         Sonuç
·         Kaynakça

Kısaltmalar
*GOÜ: Gelişmekte Olan Ülkeler   *CİB: Cari İşlemler Bürosu   * DB: Dünya Bankası
* IMF: Uluslararası Para Fonu       *GÜ: Gelişmiş Ülkeler           * GSMH: Gayrısafi Milli Hasıla
*OPEC: Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü


Yöntem- Teknik

*Karşılaştırmalı Yöntem : Bu yöntem genel olarak birbirleriyle benzer toplumlar arasında karşılaştırma yapılan bir yöntem türüdür. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni ele alırken aynı zaman diliminde farklı toplumlarda meydana gelen aynı olayları karşılaştırmalı olarak ele alıp değerlendirilmesi yapılmıştı.

*Tarihsel Yöntem : Tarihsel yöntem ise genel olarak geçmişi veya geçmişte yaşanan olayların günümüze olan etkisini araştırmak için kullanılan yöntemdir. Çalışmanın özellikle sonuç kısmında bu yöntem ağırlıklı olarak kullanılmıştır.

*İstatiksel Teknik : Çalışmanın ilk bölümü olan ‘’ekonomik nedenler’’ kısmında yer yer bu teknik kullanılmıştır.

*Literatür Taraması:  Konuyla ilgili olarak farklı kaynaklardan taramalar yapıldı. Daha sonrasında elde edilen veriler sistemli bir şekilde analiz edilip gerekli kısımları çalışma için kullanılmıştır. Bu yöntemin çalışmaya kattığı en önemli katkı ise verileri tarihsel bir perspektife yerleştirip çalışmanın belirli bir akış içinde ilerlemesini sağlamış olmasıdır.




Giriş
Darbe, devletin emrinde ki askeri kurumlara üye kişilerin anayasal olmayan yollarla mevcut hükümeti devirmesi ve iktidara el koymasıdır. Askeri darbeler 20.yy’da yaygın bir biçimde Latin Amerika’da Arjantin , Şili, Asya’da Birmanya, Afrika’da ve Avrupa’da Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde gerçekleşmiştir. Hükümetlerin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmekte başarısız oldukları iddiası darbeyi gerçekleştiren kişilerin başlıca gerekçeleridir. Türkiye tarihi 1980 darbesinden öncede birden çok darbe yaşamıştır. Ancak genel olarak baktığımız zaman insanların aklında 1980 darbesinin daha farklı bir yönü olduğunu görmekteyiz. Özelliklede o dönemin içinde bulunmuş kişilerin yaşantıları ve anlatıları 1980 darbesinin farklı boyutlarını bize göstermektedir.1980 darbesi çok kanlı ve şiddetli bir darbe olmuştur. O zamanın toplumsal durumundan kayaklı olarak işkence ve şiddet üst boyutlara ulaşmıştır. Türkiye tarihine ve toplumsal yapısına baktığımız zaman 1980 darbesinin ülke çapında büyük dönüşümler yarattığını görmek zor değildir. Mevcut anayasa, ekonomik sistem ve toplumsal hareketin 1980’den sonra giderek kaybolması 1980 darbesinin sosyolojik açıdan önemini bize sunmaktadır. Diğer darbelerden farklı olarak ve çok boyutlu bir etki gösteren bu sosyolojik olguyu tüm fraksiyonlarıyla ele almak ve bu doğrultuda hem küresel hem yerel etkileri birlikte incelemek gerekmektedir.
20.yy darbeler dönemidir. Bu dönemde dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşen birçok ihtilali darbeyi görebilmekteyiz. Belirli zaman içerisinde birikerek ilerleyen durumlar içsel ve dışsal hareketlerin bir sonucu olarak belirli noktada patlayarak darbeleri meydana getirir.
‘’Şu halde ihtilal; evvela içtimai bir hadise, yani toplumsal bir olaydır. Bir toplum olayı, yani insanlarla insanlar arasındaki ilişkilerin bir şeklidir. Mevcut hal ve nizama karşı ani ve cebri bir müdahale veya isyan olmak vasfı ise onun ayırt edici vasfıdır. Şu halde ihtilal; toplum dediğimiz canlı yığınlaşma içinde bir harekettir fakat evrimsel değil; ayaklanma , patlama şeklinde bir hareket olmak itibariyle aslında bir sebepler ve şartlar birikmesinin eseridir.’’(Aydemir,1973,s.59). Şevket Süreyya Aydemir, ihtilali bir rejimin sosyal yapısında derin, devamlı ve uzun süreler içince gerçekleşebilecek değişikleri hedef almayan, sadece mevcut iktidarın değişmesiyle veya anayasanın bazı temel kanunlarının değiştirilmesiyle yetinen bir hareketlilik olarak görür.1980 Askeri Darbesi’nin  Türkiye üzerinde derin bir iz bıraktığını toplumsal ve ekonomik yapısında köklü değişimlere yol açtığını görebilmekteyiz. Buradan çıkaracağımız sonuç 1980 darbesinin arka planında farklı bir yol haritası çıkarıldığını görüyoruz. Darbe ve müdahale arasındaki farka bakacak olursak eğer, müdahalede bir yapı değişikliği söz konusu değildir. Meclis devam eder. Müdahale sadece gidişattan memnun olmayan güçlerin , gidişatta gerekli gördüklerini söyledikleri bazı davranış değişiklerini dikte etmeleri anlamına gelmektedir. Bu müdahaleci güç ise çoğu zaman ordu olur.1980 askeri darbesi arka planı açısından kendini diğer darbelerden ayırmış durumdadır. 1980 darbesi ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan kendisini farklı bir noktada konumlandırabilmektedir. Açıkçası burada ki temel sorunsal darbenin arkasındaki nedenlerin bir bütün olarak (ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan ), bir dönüm noktası yaratılması açısından daha önceki darbelere kıyasla çok farklı boyutlarda gerçekleşmesi. 1980 darbesini sadece yerel boyutta ele alamayacağımızı gibi sadece küresel bir boyutta da ele almak doğru değildir. Bu nedenle darbeyi hem yerel hem de küresel boyutta ele almak doğru olacaktır. Burada Türkiye’nin ekonomik yapısı, krizler ve 1980 öncesinde yaşanan küresel çaptaki ekonomik gelişmeler darbenin altyapısına zemin oluşturmuştur. 1980 darbesi farklı olaylar sonucunda meydana gelmişse de asıl önemli olan boyutu ekonomik gelişmelerdir. Burada genel bir ayrıma gitmemiz gerekmektedir. Bunlardan birincisi dışsal etmenler yani küresel boyutu. Sermaye birikim rejiminin tıkanması, sermayenin kendine yeni çıkar yollar araması Türkiye’nin de kendini kapitalizmin bu yeni aşaması içinde bulması 1980 darbesinin küresel etmenlerinden birisidir. Liberal politikaların kapitalizmin krizlerine bir çözüm bulamaması zorunlu olarak yeni bir kapitalist sistemin doğmasına neden olmuştur. Bu sistem içinde Türkiye’de yerini almış bulunmaktadır. Türkiye’nin bu sistemin içine girmesi şüphesiz ki darbe yoluyla gerçekleştirilmiştir.  1980 darbesi neoliberalizmi Türkiye’ye getirmiştir. Türkiye 1980 darbesi sonrasında yeni sistemin içine entegre edilmiş bulunmaktadır. Sermaye birikimi güvence altına alınmış, kapitalist yeniden yapılanma sürecine başarılı bir şekilde eklenmiştir. Burada Amerika’nın Türkiye’ye olan müdahalesi de büyük ölçüde önemlidir. Bir diğer ekonomik boyut ise Türkiye’nin kendi içinde yaşanan darbe öncesinde ki ekonomik krizler ve bunalımlardan oluşan süreçtir. Bir diğer süreç ise toplumsal süreçtir. Darbenin toplumsal boyutunu ele almamız  için farklı sınıf ve sınıf dilimleri arasındaki mücadelelerin ve birlikteliklerin yapısını incelememiz gerekir. Bu çalışma için önemli olan kısım Türkiye’nin 1960 ve 1980 arasındaki toplumsal olaylarıdır.
Son olarak ise 1980 öncesinde yaşanan siyasal bunalımlar yer almaktadır. Türkiye tarihi siyasal olarak her zaman karmaşık dönemlerden geçmiştir fakat  burada bakılması gereken tarih 1971’den 1980’e kadar ki olan süreç. Bunun nedeni 1971 deki hükümetin zaten askeri müdahaleyle  yıkılmış olması ondan önce yaşanan sınıf çatışmaları ve öğrenci hareketleri bu darbenin nedeni olmuştur fakat 1980 darbesini etkileyen siyasal nedenler 1971 den sonraki dönemde ortaya çıkan siyasal istikrarsızlıklardır. Özellikle 1973 ten 1980 e kadar sürekli olarak koalisyon hükümetlerinin başta kalması ve sık sık hükümetin değişmesi 1980 darbesinin yaşanmasında etkili siyasal nedenlerdir.
Ekonomik Nedenler
Türkiye’de ve Dünya’da Krizler
1.Petrol Krizi, Gelişmekte Olan Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
   a.) 1. Dünya Ekonomisinde Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin Patlaması: 1970-1974
   b.) Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
   c.) Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve ‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ : 1974-1978
2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya Olayları ve GOÜ : 1974-1985
   a.) Kurumsal Değişmeler
   b.) Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
   c.) Uluslararası Finans Kurumları Arasında İşbirliği
·          Dünyadaki Değişimin GOÜ’nün ekonomisine olumsuz etkileri
·         Büyümenin Duraklaması ve Borç Yükünün Ağırlaşması
·         Dış Borç Yükünün Olanaksızlaştırılması
·         ‘’Transfer Sorunu’’ ve Borç Ödemeleri
·         IMF’nin Ekonomik Politikaları ve Dış Borçlar
·         Serbestleşmeye Geçerken Dünyada Birinci Petrol Krizi ve Türkiye’de 1978 Krizi
·         1.Birinci Petrol Krizi ve Avrupa Para Piyasasına Açılma: 1973-1977
·         Ekonominin Serbestleşerek Dışa Açılması İçin Dış ve İç Baskılar
·         Döviz Kuru ve İthalatta Serbestleşme
·         Kambiyo Rejimi Serbestleşirken Artan Dış Borçlanma
·         Büyüme ve Artan Dengesizlikler
·         Borç Birikimi ve Ödemede Aksama
·         IMF ile Çözüm Arayışına Geçiş
·         İkinci Petrol Krizi ve 24 Ocak 1980 Programı: Serbestleşme ve Dış Dayatmalı Yapısal Dönüşüm
Yukarıda verilen liste 1970’li yıllardan itibaren dünyada meydana gelen ekonomik değişimler, krizler ve gelişmelerin bir sıralamasıdır. Bu sıralama içinde Petrol Krizi’nin patlamasından uluslararası finans kurumlarının işbirliğine kadar olan bölümü detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Daha sonraki kısımda ise Türkiye’yi doğrudan etkileyen gelişmeleri aktarmış olup, doğrudan ülke ekonomisiyle ilişkili unsurlar verilmiştir. 1980’e kadar ki ekonomik süreç aktarılmıştır.
Türkiye’de ve Dünya’da Krizler
1.Petrol Krizi, Gelişmekte Olan Ülkelerin(GOÜ) Borç Krizi
   a.) 1. Dünya Ekonomisinde Spekülatif Boom ve 1.Petrol Krizinin Patlaması: 1970-1974
   b.) Spekülatif Boomu Yaratan Etkenler ve Sonu
1960’lı yılların sonunda uluslararası mali piyasa aşırı likidite birikimi ortaya çıkmıştı. Bunun en önemli kaynağı Vietnam Savaşı’na yapılan harcamaların, ABD’de bütçe Cari İşlemler Bilançosu açıklarına yol açmasının para arzını genişletmiş olmasıydı. Temel bir neden olarak diğer bir neden ise ikinci dünya savaşını izleyen hızlı ve canlı yatırım artışındaki ivmenin yavaş yavaş yok olmasıydı. Sabit yatırımların karlılığı düşerken, mali sermaye karlılığını arttırabilmek için spekülatif arayışlara girilmişti. İçinde bulunulan koşullar , dönemin Bretton Wood para sisteminde kilit para yani altın karşılıklı, doların artık dolara konvertible paralar karşısında değerinin sabit tutulamayacağını ortaya çıkarmıştı. Sonuç olarak, süregelen dolar aleyhindeki spekülasyon, 1971 Ağustos’unda doların altın paritesinden ayrılmasını ve konvertibl paraların serbest dalgalanmaya bırakılmasına getirdi. Bunu, özellikle hammaddeler üzerinde yoğunlaşan hızlı bir spekülasyon izledi, hammadde fiyatları hızla tırmanmaya başladı. Bu ‘’spekülasyon boom’’a nokta koyan olay, Ortadoğu’da sürüp giden ‘’ Arap-İsrail Savaşı’’ karşısında büyük batılı devletlerin Arap aleyhtarı tutumu oldu. Büyük petrol üreticisi bölge ülkelerin bu tavrı petrol krizini meydana getirirken, Batı’ya bir kafa tutmayı da sergiliyordu. Buna dönemin tarafsız gelişmekte olan ülkelerinin, Batı ülkeleri karşısında pazarlıkçı bir blok olarak çıkmak eğilimi eklendi. Tüm bunlar neticesinde OPEC petrol fiyatlarını 4 katına çıkardı. Sonuç olarak ‘’boom’’ sona erdi fakat petrol ithal eden ülkeler özelliklede gelişmekte olan ülkeler adeta bir borç batağına saplandı Türkiye’de bu ülkelerden birisidir.
  c.) Dünyada ‘’Stagflasyon’’ ve ‘’Petro-Dolarların Dolaşıma iadesi’’ : 1974-1978
Petrol, 1973 sonundaki fiyat artışına kadar neredeyse alternatifi olmayan bir enerji hammaddesi haline gelmişti çünkü çok ucuz fiyatlı hem de kullanımı da çok kolaydı. Petrol üretemeyen ülkelerin yeni alternatifler aramasına gerek yoktu çünkü petrol hali hazırda ucuz ve kullanışlıydı. Fakat, krizden sonra fiyatın 4 katına çıkmasıyla birlikte, tüketicilerinden üreticilerine doğru, dünya çapında büyük bir gelir transferi oldu. Petrol ithalatçısı olan gelişmekte olan ülkeler ise bu transferden çifte vurgun yediler. Petrol fiyatlarının artışına ilaveten birde üstüne zengin ülkelerden yapılan ithalatın fiyatlarının petrol artışından dolayı artmasıydı. Kendi ürettikleri hammaddeler ise rekabet piyasası içinde yer aldığında dolayı pek fazla bir değişim göstermemişti. Bunun dışında , petrol fiyatı artışının diğer etkilerinden biriyse, enflasyonu tetiklerken enflasyonu her yerde çift haneli rakamlara çıkarması ve petrol ithalatçısı ülkelerde şiddetli bir durgunluğun başlamasıydı.
‘’Stagflasyon’’ diye yeni bir kelimeyle anılan bu durum, enflasyon içinde durgunluğa işaret ediyordu. Dünya çapında ‘’ maliyet enflasyonu’’ yaşanıyordu. (Kazgan,2013,s.120) .
Tüm bunlar meydana gelirken öte yandan uluslararası bankaların durumlarında yeni bir konum ortaya çıktı. Birden bire büyük bir gelir artışı sağlayan OPEC ülkeleri, paraların çok az bir kısmını kendi ülkelerine yatırım olarak harcadılar. Aynı şekilde ithalat oranları da aynı ölçüde düşüktü. Bu paraların büyük bir çoğunluğunu bu büyük bankalara yatırmışlardı. Gelişmekte olan ülkeler yaşadıkları bu krizde ithalatı kısmak zorunda kalmışlardı. Bu durumda bu ülkeleri borç para almaları yani krediler çekmeleri gerekiyordu burada duruma ABD el uzattı. Gelişmekte olan ülkelere ithalat kısıtlamalarını ve sermaye girişi denetimlerini azaltmaları söylendi. Gelişmekte olan ülkeler hızlı bir şekilde borçlandırılmaya başlandı. Bu ülkeler ithalatlarını arttırdı fakat kısa süreli borçları birikmeye başladı. 1978’e gelindiği zaman bazı ülkeler( Türkiye , Arjantin, Zaire, Peru) bu borçlarını ödeyemez duruma geldiler. 1978’de petrol fiyatları tekrar arttı(ikinci petrol krizi ).
1980’li yılların ilk yarısı, hatta daha öncesi, GOÜ’nün borç sorununun getirdiği yeni anlayıştaki IMF ve DB programlarının uygulanması, yani giderek ekonomiyi serbestleştirme baskısı altına geçti.(KAZGAN,2013,s.121)


2. Petrol Krizleri Sonrasında Dünya Olayları ve GOÜ : 1974-1985
   a.) Kurumsal Değişmeler
 1974’ü izleyen ilk dönemde kredi kurumlarının ellerinde toplanan fonlara acele ‘’plasman’’ alanı bulma baskısına, ekonomik bunalımdan etkilenen GOÜ’nün borç bulma baskısı eklendi. Petrol fonlarının yeniden dolaşıma sokularak dünya ticaretinin yavaşlasa da büyümeye devam etmesinde, bu karşılıklı gereksinim önemli bir rol oynadı. Ancak buna bir diğer etken daha eklendi. Bu da, öngörülemeyen enflasyon hızı, yani enflasyon hızının beklenenin üzerinde çıkmasının, zaten düşük olan nominal faiz hadlerinin reel olarak sıfıra, hatta bir ara negatif düzeye indirilmesi, böylece borçlanmanın cazibesini arttırmasıydı.(Khan ve Knight, Aralık1983)
1970’lerden sonra kurumsal bir değişim ise dünya para sisteminde yaşandı. Bretton Woods Antlaşması’nın 1950 ve 1960’lı yıllarda ayarlanabilir kur sistemi yerini dalgalı kur sisteminin değişkenliğine bıraktı. 1971 yılından sonra Bretton Woods Sistemi’nin çöktüğünü söyleyebiliriz. Bu dönemde belirli başlı paraların hem kendi aralarında hem de dolar karşısında çok büyük değişiklikler kaydettiğini görebilmemiz mümkündür.
   b.) Dünyada ‘’Kilit’’ Fiyatlarda Değişme
Kaynak: IMF ve Dünya Bankası
Tabloda görüldüğü üzere 1972 ve 1986 yılları arasında dünyada ‘kilit’ fiyatları dalgasal bir şekilde değişim göstermiştir.
c.) Uluslararası Finans Kurumları Arasında İşbirliği
1970’li yılların son çeyreğine kadar, IMF, Dünya Bankası, uluslararası bankalar gibi başlıca uluslararası finans kurumlarının birbirlerinden oldukça bağımsız karar aldıkları, ayrıca aralarında belirgin işbölümü olduğu söylenebilir. IMF geçici ve konjonktürel olduğu varsayılan CİB dengesizliklerini giderici politikalara öncelik veriyor, bu amaçla kredi dağıtımı ve denetimi yapıyordu. Dünya Bankası kalkınma programları ve yatırım öncelikleri üzerinde durmuş, proje değerlendirmesini bunun amacı olarak kullanmıştı. Uluslararası bankalar ise, OPEC fonlarının akınına uğradıkları 1970’lilerin ilk yarısında verdikleri kredilerde ülke ve firma rizikosunu kendileri belirlemiş, diğerleriyle işbirliği yapmamıştı. CİB açıklarına karşı uygulanacak politikalarda, asıl işlevi IMF yüklenmiş ve dünya finans piyasasında ‘gözetici’ olarak diğerlerinden ayrılmıştı(KAZGAN,2013.s.128). 
Tüm bunlar neticesinde 1975’ten sonra IMF, Dünya Bankası ve uluslararası ticari bankalar işbirliği içine girmeye başladılar bu dönemden sonra bu kurumların finans piyasasında sıkı bir iş birliği içinde olduğunu görebiliyoruz.
1980’e Kadar Devam Eden Ekonomik Krizler ve Gelişmeler
Küreselleşen dünyada devletler bu küreselliğin içerisinde ne kadar aktif bir rol oynuyorsa dünyada ki gelişmelerden ve olaylardan o kadar çok etkilenmeye başlar. Bunun nedeni gayri milli safi hasılanın büyük bir bölümünü dış ticaretin oluşturduğunu söylememiz mümkündür. Türkiye 1929 ve 1958 krizlerini atlatmasında ki asıl neden ise tam olarak buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin denetimli-planlı ekonomiye geçmesi krizlerin altından kalkabilmesini sağlamıştır. Dış ticarette denetim ne kadar azalırsa dış piyasada ki gelişmelerin iç piyasaya yansıması o kadar kolay olur. Nitekim Türkiye dış baskılar yoluyla serbestleşmeye geçmeye çalışmıştır. Bunun yarattığı olumsuz etkilere bakacak olursak bunlar büyümenin duraklaması, dış borç yükünün ağırlaşması, dış borç yönetiminin olanaksızlaşması, transfer sorunu ve borç ödemeleri gibi olumsuz etkileri sıralayabiliriz. Ekonomini dışa açılması sürecinde önemli olan iki faktör karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki dışsal nedenlerdir. Dışsal nedenlerin başında petrol krizi sonrasında meydana gelen gelişmeler gelmektedir. Kriz sonrasında uluslararası bankaların ellerinde petro-dolarlar birikmişti. Bankalar ellerinde biriken bu fonlara yüksek oranlı plasmanlar arıyorlardı.
Bollaşan fonlar, bunların nominal faiz hadleri düşürdüğü gibi, artan uluslararası fiyatlar da reel faiz hadlerini negatif düzeyde tutuyordu. Bu yıllarda henüz IMF ile uluslararası bankalar kesimi arasında fonların kullandırılacağı ülkeler konusunda ‘’işbirliği’’ oluşmadığı için, IMF denetimi dışındaki bu fonlar GOÜ’ye,bu arada Türkiye’ye ‘’hararetle tavsiye’’ ediliyordu (KAZGAN,2013,s.151).
 Bu noktada Türkiye ekonomisin dış baskılar tarafından nasıl yönlendirildiğini görmemize olanak sağlayan verilere bakacak olursak ilk olarak  Türkiye’nin dış ticarette petrol ithalatının arttırılması söz konusuydu. Türkiye’nin 1970’lerde ki otomotiv üretimi 1973’te tam 4 katına çıkmıştı. Dünya’da petrol tüketimi azaltılırken Türkiye bunun tam aksine petrol tüketimini arttırıyordu. Baskılar Türkiye’de ithalatın artması yönünde gelişiyordu. Tüm bunlar neticesinde Türkiye üzerinde ki baskılar sonucunda ekonominin yönü Avrupa para piyasasına açılmaya yönelirken IMF’den aldığı krediler gün geçtikçe artıyordu. Birinci petrol krizinde ödemesi zorlaşan borçlar ikinci petrol kriziyle beraber tamamen artmaya başlamıştı. 1958’de yaşanan ekonomik sıkıntıların aynısı bu dönemde de kendisini göstermişti borçlanarak ülke ekonomisinin ayakta tutulamayacağı net bir şekilde ortada duruyordu.
4. Karagöl, E. (2002) a.g.e.
Yukarıdaki göstergede de görüldüğü üzere Türkiye’nin 1970-1980 arası borcu 8 kata yakın bir artış göstermiştir.
1978 krizini izleyerek Türkiye’nin ekonomi politikalarında serbestleşme yönünde öngörülen yapısal dönüşümler, ‘’harfiyen’’ yerine getirildi; öyle ki, dönemin sonuna gelindiğinde TL’nin konvertibilitesi mümkün hale geldi ( Kazgan,2013,s.184.).
Tüm bu gelişmeler neticesinde dünyada zorunlu bir ekonomik değişime, yeni bir ekonomik modele doğru kaydığını görebilmekteyiz. Bu yeni sistem içerisine Türkiye’de hem zorunlu hem de baskılardan kaynaklı olarak geçmiş bulunmaktadır. Bu yeni ekonomik modelin adı neoliberalizm olarak adlandırılacaktı. Bu yeni modelin asıl hedefi kapitalizmin karşı güçlerine karşı kapitalistlerin elini güçlendirmek olarak karşımıza çıkar. Kapitalizmin karşısında yer alan tüm güçlere karşı sistemin açıklarını en iyi şekilde kapatma ve devamlılık noktasında en üst boyuta ulaştırılmasını sağlamaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan örnek verecek olursak sistemin devamlılığı ve ayakta kalması için güç her türlü şekilde kullanılmıştır. Burada sözünü ettiğimiz güç sadece şiddet yoluyla değil,  devletin elinde bulundurduğu tüm yetkileri kapitalist sistem adına kullanmasıdır. Örneğin hukuki yollarla şirketlerin ve sermaye sahiplerinin haklarını güvence altına alma, şirketlerin, finansal çıkar gruplarının ve burjuvazinin düşük vergi haklarına sahip olması, devletin elindeki tüm kamusal alanların özelleştirilmeye açılabilmesi gibi her türlü gücün kullanımını görebilmekteyiz. 1970’lerin başlarından itibaren başlayan aşırı birikim krizi kar oranlarında azalmaya neden oluyordu buna karşılık olarak büyük yatırımcıların ve sermaye sahiplerinin tepkisi doğal olarak ‘’rasyonelleşme’’ olmuştu. Daha önceki kapitalist üretim biçimlerinde ‘’rasyonelleşme’’ emeğin daha verimli kullanılması, teknolojik gelişmeler vb. gibi unsurlar sayesinde sağlanıyordu fakat bu yeni sistemde buna ek olarak üretimin farklı mekanlarda yeniden örgütlenmesi söz konusuydu. Bu örgütlenmenin hayata geçirilmesi için şartların çoğu buna elverişliydi. Nitekim 1970’lerin sonuna gelindiğinde içe yönelik birikimin sona erdiğini görmekteyiz. Türkiye’de tüketim mallarının üretimi artık yavaş yavaş azalmaya başlamış bunu yerini ise üretim araçlarının üretimi almıştır. Üretim bolluğu hat safhada kendisini göstermiştir. Tüketim mallarının kar oranları ve iç pazarın sınırlarına ulaşması Türkiye’yi zorunlu olarak serbest piyasa ekonomisine yöneltmiştir. 1979 yılında yaşanan kriz hem ekonomik olarak hem de toplumsal açıdan Türkiye’yi kaçınılmaz olarak kaosun içine sürüklemiştir. 1979 krizi darbeyi tetikleyen en önemli ekonomik neden diyebiliriz. Hem siyasal hem de toplumsal sıkıntıların olduğu bu dönemde böyle bir krizin patlak vermesi darbenin en önemli ayaklarından birisidir.
Karlılık arayışındaki burjuvazi için, üretimde ve emek-sermaye ilişkilerinde yeni bir aşamaya geçilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu yeni aşama dışa yönelik birikim olarak belirmektedir. Ancak bu donuşum için bir yandan sermaye donanımının yetersiz olması, özellikle finansal acıdan yetersizlikler, emek üretkenliğinin düşük olması, üretimin kalite ve maliyet acısından uluslararası rekabet şansının olmayışı-, uluslararası sermayeyle yeni ilişkileri gerektirmiş; diğer yandan söz konusu dönüşüme direnç gösteren işci sınıfının artan militanlığının dizginlenmesi ihtiyacı doğmuştur. Ek olarak, donuşumu gerçekleştirebilmek için kurumsal ve yasal düzenlemelerin de oluşturulması gerekmektedir.(Öztürk- Ercan,2009,s.55-93)
Bu dönem sermayenin eksiklerinin giderilmeye başlanması ve gerekli altyapının hazırlanması açısından önemli bir dönemdir. Ticareti burjuvazi bu dönemde kendisini göstermeye başlamıştır. Yine bu dönemde ihracatın arttırılması için devlet tarafından yapılan destekleri söyleyebiliriz. 1980 tarihinde darbenin arka planında ki en önemli gelişmelerden bir tanesi de 24 Ocak’ta alınan kararlardı. 24 Ocak kararları çoğu insan için darbenin en önemli nedenidir.


24 Ocak Kararları

Göreve gelen Süleyman Demirel o dönemin Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal’a yeni bir ekonomik program hazırlaması için görev vermiştir. 24 Ocak 1980’de açıklanan bu kararlar genel olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu yeni küresel ekonomik modele geçebilmesinin önünü açan kararlar olarak tarihe geçmiştir. Türkiye’nin neoliberal ekonomiye geçmesi için gerçekleştirilmesi gereken üç temel şart vardı. Bunlardan ilki, mal ve hizmet ticaretinin serbestleştirilmesine karşılık olarak yapılan  ulusal piyasaların uluslararası piyasaya açılması gerçekleşmiştir. Bu ilk şartın 24 Ocak Kararları’ndan sonra hayata geçtiğini görüyoruz. Daha sonrasında devletin faiz oranlarının üzerinde ki etkisi kaldırılmış. İç serbestleşme sağlanmış ve son olarak da bunu dış finansal serbestleşme takip etmiştir. Fakat burada önemli olan bir nokta ise bu kararların uygulamaya geçirebilmesinin önünde duran güçlü bir toplumsal yapı mevcuttu. Bu noktada darbenin bu kararları uygulamak için yapıldığını söylemek mümkündür fakat sadece bu noktadan konuyu ele almak doğru olmayacaktır.

Çalışmanın ikinci bölümü olan darbenin toplumsal nedenlerinde darbeyle beraber toplumsal olayların bastırılmasından bahsetmiştik;  yukarıda bahsedilen devletin yasal yollarla sermaye sınıfının yararına düzenlemeler getirilmesi de bu döneme denk gelmektedir. Bu düzenlemeler: faizlerin serbestleştirilmesi, dışa yönelik kotaların azaltılması, bankaların tekelleşmeleri kolaylaştırılmış ve sermaye piyasası devletin desteğiyle oluşturulmuştur. Düzen yavaş yavaş oluşturulmaya başlanmış ekonomide ve diğer toplumsal ve siyasal unsurlarda da istikrar sağlanmaya çalışılmıştır. Tüm bunlar evrimsel bir şekilde gelişemeyeceğinden dolayı dışarıdan bir müdahaleyi gerektirmiştir. İşte bu noktada 12 Eylül 1980 Darbesi’ni görmekteyiz. Bu küresel sistemin içerisine Türkiye’yi yerleştirmek , düzenin yerine oturtulması ve piyasa güçlerinin gereken sonuçları yerine getirebilmesi adına 12 Eylül 1980’de ordu, yönetimi ele almıştır.
Toplumsal Nedenler
Neoliberalizm, insan refahını arttırmanın yolunu özel mülkiyet haklarını arttırmak, serbest piyasalar ve serbest ticaretin temel alındığı bir çerçevede insan hak ve özgürlüklerinin en üst düzeye ulaştırılması olarak kendisini tanımlamaktadır. Devletin rolü ise buna uygun olarak hukuksal ve kurumsal bir çerçeve yaratıp bu sistemi koruma altına almaktır. Şirketlere ucuz yollu krediler vermek buna örnek olarak verilebilir. Özel mülkiyet haklarını güvence altına almak, piyasaların düzgün işleyişlerini garantilemek için zora başvurmak ve her türlü işlevleri düzenlenmektedir. 1970’lerden sonra dünyanın her yerinde neoliberalizme doğru güçlü bir yönelme olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra icat edilen yeni devletlerden tutun da, Yeni Zelanda ve İsveç gibi eski tarz sosyal demokrasilere ve refah devletlerine kadar neredeyse bütün devletler bazen gönüllü, bazen zorlayıcı baskılara cevaben, neoliberal teorinin bir türevini kabul edip bazı politika ve uygulamalarını ona uyarlıyor.(David Harvey,2015,11)
Türkiye ise zorlayıcı baskılarla neoliberal politikalara geçmiştir. 1980 darbesi bu politikaların ülkeye adapte edilmesini sağlamıştır. Tüm bu gelişmeler içerisinde Türkiye’nin toplumsal durumu içinde bulunduğu ekonomik koşullara paralel olarak artarak çoğalmaktaydı. Sadece Türkiye bazında değil dünyanın farklı yerlerinde de aynı döneme denk gelen toplumsal hareketleri beraberinde getirmişti.    Bunlardan bazıları tıpkı Türkiye’de olduğu gibi darbe gibi yollarla bastırılıp, düzen kurulmaya çalışıldı. Gelişmekte olan ülkelerde durum böyleyken gelişmiş ülkelerde daha farklı bir yol izlenmiştir. Gelişmiş ülkelerin bu dönemde içinde bulunduğu koşullara kısa bir göz atalım. Özellikle Keynesçi politikalar döneminde Fransa, Almanya, İtalya ve Japonya’da sistematik bir gelişim sergilemek yönünde uygulanmıştı. ABD ve İngiltere’de ise böyle bir gelişim söz konusu değildi. 1968 ve 1971 yılları arasında yaşanan toplumsal hareketlerin emek ve sermaye ilişkilerini köklü bir dönüşüme uğratması söz konusuydu.1973-9 arası gelişmiş ülkelerin ortak makro politikalarına bakacak olursak beş madde halinde sıralamamız doğru olacaktır.
1.      Ara sıra etkinliği üzerinde tereddütler dile getirilse de, 1973-9 döneminde Keynesgil talep idaresi politikaları tümden terk edilmedi.
2.      1970’li yılların konjonktür hareketlerini irdelerken açıkça sergilemiş bulunduğumuz gibi, 1973-9 dönemi makro politikaları, GÜ’de ‘’dur-kalk’’(stop-go) tarzında büyüme örnekleri yarattı.
3.      Para politikasında daraltıcı yönde, belirgin fakat ülkeler itibariyle yeknasak olmadan olmayan kaymalar izlendi. Bazı GÜ’nün 1973-9 döneminde parasal hedeflemeye yöneldiklerine, ama anti-enflasyonist duyarlılığı çok yüksek olan Almanya dışında bu girişimlerin başarılı olmadığını söyleyebiliriz.(Türel,2017s.189)
 İngiltere’de Callaghan hükümeti, işsizlik oranlarını düşürebilmek adına kamusal alandaki harcamalarını arttırdı fakat işsizliği azaltma yolunda alınan bu kararlar enflasyonun artmasıyla çöktü ve 1978-1979 arasında büyük grevler gerçekleşti. Artan toplumsal tepkiler sonucunda hükümet el değiştirdi. 1970’lerden 80’lerin sonlarına  kadar dünyanın farklı coğrafyalarında farklı şekillerde hükümetlerin el değiştirmesini, toplumsal alanda işçi sınıfının öne çıkmasını ve birçok darbe girişimi ve gerçekleştirilen darbeleri görebilmekteyiz. İngiltere örneğine ek olarak Türkiye’yle benzerlikleri bulunan Şili darbesine bir göz atalım. 1970’lerde dünyanın içerisinde bulunduğu durum Latin Amerika’yı çok zor şartlar altına almıştı. Serbest ekonomi politikalarının etkilerini toplumsal açıdan en iyi görebileceğimiz yerlerden biriside Latin Amerika örneğidir. Diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak Şili neoliberal politikaların ilk uygulanmaya başladığı yer olarak karşımıza çıkmaktadır.
1964 yılında Sosyalist Parti’nin başkanlık adayı olan Allende’nin kabiliyetleri ve vaatlerinin dışında sol tandansın, Latin Amerika’daki diğer ülkelerin rejimlerinde ve toplumsal kabullerin değişmesinde de önlenemez şekilde çekici ve kitleyi harekete geçiren bir motivasyonun olduğunu belirtmek gerekir. Güney Amerika genelinde yaşanan sosyalist akım Şili’yi de etkilemiştir. Toplumsal anlatım biçimlerinden biri olan duvar resimlerinde de yansımaları olmuştur (Rolston, 2011: 115-120).
Şili’de ki toplumsal hareketliliğin ve devletçi politikaların atması Amerika’nın istemediği bir durumdu. Sonuç olarak 1973 yılında Amerika destekli darbe gerçekleşmiştir. Daha sonraki dönemlerinde ise ekonomik politikaların yürürlüğe sokulduğunu biliyoruz. Türkiye’de ki darbenin toplumsal boyutuna bakarken Şili’dekine benzer bir durum olduğunu diğer bölümde daha detaylı bir şekilde ele aldık.

1960-1968 Arası Dönem
Bu dönem aralığına bakmadan önce 27 Mayıs’a kadar ki sürece kısa bir göz gezdirmekte fayda var. Türkiye 1950’lerde hızlı bir kapitalist sürecin içerisine girdi. Demokrat Parti Amerika’nın yardımıyla beraber kapitalistleşme süreci içerisinde önemli bir gelişme gösterdi. Bu on yıl içerisinde devlet korumasıyla ve tekelleşmeyle beraber ilerleyen durum içerisinde bazı temel sıkıntılar ortaya çıktı. Bunlardan ilki, endüstriyel olarak çok fazla gelişme gösterilememiş olması diğer bir neden ise gittikçe Amerika’ya bağımlı hale gelmesiydi. Daha önceki dönemlerde Türkiye’de işçi sınıfının varlığından bahsetmek pek mümkün değildi ancak bu on yıl içerisinde işçi sınıfı giderek büyüdü ve kendini gösterebilecek noktaya ulaştı. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye yeni bir toplumsal döneme girmiş oldu. Türkiye solunun bu tarihten itibaren kendisini göstermekte olduğunu görebiliyoruz. Bu tarihe kadar Kemalizm ve çeşitli sol yapıların birlikte hareket ettiklerini yada aynı çizgi üzerinde durduklarını biliyoruz fakat, 27 Mayıs bu noktada bir dönüm noktası haline geldi. Sol artık geleneksel anlayıştan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı kendi içerisinde farklı fraksiyonlar ortaya çıktı. Türkiye tarihinde daha öncesinde ve sonrasında bu denli yüksek bir toplumsal değişim görülmemişti. Toplumun her kesiminin politikleştiği bir dönem olarak kendisi ortaya koymuştur. Politikleşmenin arkasında yatan asıl neden Türkiye’nin çok hızlı bir şekilde ekonomik olarak farklılaşması ve yani faklı sınıf ve yapıların ortaya çıkmasıydı. Grevler ,gösteri ve yürüyüşler arkası arkasına gelmekteydi. 1950’lerin sonuna kadar Türkiye işçi hareketin her taraftan baskı altındaydı. Sendikalaşma hakkı tanınmış olsa bile grev ve gösteriler yasaklanmıştı. 274 ve 275 Sayılı Sendika ve Toplu Sözleşme Yasası’nın çıkışı ile birlikte toplu sözleşmeli, grevli sendikacılık dönemi başladı. 1961’den itibaren başta İstanbul işçileri olmak üzere, işçi sınıfı işten çıkarılmalara karşı, sendika ve grev hakkı için eylem ve mücadelelere girişti. Başında, sonrada TİP kurucusu olan Avni Erakalın ve arkadaşlarının bulunduğu İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ile Türk-İş’in 31 Aralık günü düzenledikleri Saraçhane mitingine 150 bin kişi katıldı.
İşçilerin yer yer polisle çatıştığı 1963 Ocak sonunda başlayıp 4 Mart’a kadar süren Kavel direnişi siyasal istemli bir grev olarak yaşandı. 24 Ekim 1961’den, 15 Temmuz 1963’ kadarki 20 aylık süre içindeki işçi eylemlerinin dökümünü yapan M.Şehmus Güzel, bu dönem içinde 16 grev, 6 oturma grevi, 7 sakal grevi, 17 miting ve gösteri, 126 bildiri demeç vb. ile 186 eylem gerçekleştirildiğini yazmış.(Güzel,1985,C8,s.1870.)

Daha sonrasında meydana gelen önemli gelişme ise 1965’te Zonguldak’ta maden işçileri  tarafından gerçekleştirilen büyük direniştir. Bu direniş esnasında çıkan çatışma sonucunda  iki tane maden işçisi hayatını kaybetmiştir. 1960 sonrasında sol harekete damgasını vuran iki hareketten söz edebiliriz: YÖN ve TİP. Daha sonra 1960’ların ortalarına geldiğimizde bu iki harekete MDD hareketini dahil oluyor.
1.YÖN HAREKETİ
1961’in Aralık ayında kurulmuştur. Yön hareketini amacı : ‘’Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını sonuçlandırmanın, Türk demokrasisini yaşatmanın, sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerine oturtmanın, ancak, iktisadi alanda hızla kalkınmakla yani milli istihsal seviyesine hızla yükselmekte olduğuna inanıyoruz.’’ Yön Türkiye tarihinde en aydın hareketlerden birisidir. YÖN hem Kemalist hem de sosyalist bir yapıydı. Bu hareketin en önemli özelliği Türk Sosyalizmi’ni temel alıp kendisini ‘’anti komünist’’ bir yapıda tanımlamış olmasıdır. Daha sonralarda ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içerisinde örgütlenerek iktidarı ele geçirme girişimleri olmuştur. YÖN’ün farklı örgütlenme biçimi olarak karşımıza ‘’Çalışanlar Partisi’’ ve ‘’Sosyalist Kültür Derneği’’ çıkmaktadır. Çalışanlar Partisi çok fazla uğraşılmasına rağmen kurulamadı. Buna Amerikan sendikacılık anlayışı ve hükümetin baskıları neden olmuştur. Parti kurma girişimi olumsuz yönde gelişince YÖN kendisini farklı kanallara yöneltti. İkinci örgütlenme olarak kendilerine ‘’Sosyalist Kültür Derneği’’ adını verdikleri dernek etrafında toplanmaya başladılar. Derneğin ilerleyen zamanlarında kendi içlerinde ki bölünmeden kaynaklı olarak YÖN hareketi sona ermiş oldu.


2.TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (TİP)
Türkiye solunun gelmiş geçmiş en özgün ve yaratıcı isimlerinden birisi olan Mehmet Ali Aybar, adı her ne kadar Türkiye İşçi Partisi’yle (TİP) özdeşleşmiş olsa da partinin kurucularından değildi: Aybar ve bir grup arkadaşı 1960 yazında sosyalist bir parti kurmayı tasarlayarak, parti tüzüğü üzerindeki çalışmaları ilerlettiler. Ancak bazı sendikacıların bir işçi partisi kuracaklarını öğrenince parti çalışmalarına son verme kararı aldılar. Nitekim TİP, 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından kuruldu. Sendikacılar kuruluştan hemen önce Aybar ve arkadaşlarından partinin tüzüğü konusunda yardım istemişler, 1950’li yıllarda Demokrat İşçi Partisi’ni kurucuları arasında yer almış olan Orhan Arsal 13 Şubat sabahına kadar sendikacılara yardımcı olmuş, ortaya bir tüzük çıkmıştı. Ne var ki, yeni partinin kurucuları Arsal’a kurucular arasında yer alması için teklifte dahi bulunmamıştı. Zira kurucuların sadece işçilerden oluşmasını istemekteydiler.(AYBAR,2014,s.9)
TİP, 1963 seçimlerinde 36.000 oy aldı. Parti kendisini halka tanıtmada önemli gelişmeler kaydetmiştir ve başarılı da olmuştur diyebiliriz. Daha sonraki geçimde ise 276.000 oy alarak 15 milletvekiliyle meclise girmiştir. Ama yine de bu oran düşük bir orandı aynı zamanda bu oyların alındığı yerlerin büyük bir çoğunluğu İstanbul olduğu için işçi sınıfından daha çok orta sınıfın desteklediği bir partiydi. Mecliste yer alması ise muhafazakarlar tarafından hoş karşılanmamakla birlikte anti-emperyalist söylemler nedeniyle sık sık tartışmalara neden oluyordu. TİP’in ideolojik yapısı Batı tarzı işçi partilerine benzer bir yapıdaydı. Öncelikleri ilk olarak anti-emperyalizm daha sonra ise sınıfsal hareketlerden kaynaklıydı. TİP Türkiye’yi Batılaşmış bir toplum olarak nitelendirdiğinden dolayı buna karşı çıkan görüşler giderek güçlenmeye başladı. Sonuç itibarıyla TİP Türkiye’de solu bir araya getiren ilk hareket oldu diyebiliriz. Daha sonra ki ortaya çıkan fraksiyonların neredeyse tamamı TİP’in içerisinden çıkmışlardır. 1968 yılında 12 bin 695 üyeye kadar çıkmayı başarabilmiş bir harekettir ki bu o dönemin koşullarında çok sağlam bir kitledir. Genel olarak TİP devrimci bir parti olmayı başaramasa da kendi içinde ki örgütlü kitlesine sağlam bir parti geleneği artarmış oldu.

3.MİLLİ DEMOKRAT DEVRİM HAREKETİ (MDD)
Milli Demokrat Devrim Hareketi’nin kurucu kadrosu illegal TKP’nin çizgisini takip eden isimlerdir. Aslında bir bakıma TKP çizgisinin devamı niteliğinde de diyebiliriz. MDD adı üstünde bir harekettir. Türkiye soluna kazandırdığı önemli şeylerden vardır. Bunlardan en öznemlisi, Marksist literatürün Türkiye’ye kazandırılması. MDD militan hareketlere sıcak bakıyordu. Seçimle iktidara gelme, düzen içinden düzeni değiştirme gibi düşüncelere tamamen zıt bir hareketti. TİP içerisinde ki gençliği etkilemiş aynı zamanda TİP’in siyasal yanlış ve eksiklikleri karşısında daha mücadeleci daha devrimci bir söylem geliştirmiştir. MDD kısa bir hareket olarak karşımıza çıksa da daha sonralarda Türkiye solunu ne denli etkilediğini görebiliriz. Özellikle 68 dönemi ve sonrası için önemli bir hareket olmuş ve ideolojik etkileri uzun yıllar sürmüştür.
1968-1971 Arası Dönem
Bu dönem Türkiye açısından çok farklı bir dönemdir. Bu dönemde olaylar hızlanmış ve birçok önemli gelişmelerin yaşanmış olduğu iki yıllık bir dönemdir. Bu dönemde dünyada öenmli gelişmeler meydana gelmiştir. ABD ve Rusya arasında her türlü nükleer savaş olasılığını önlemek için farklı dengeler kurulmaya başlandı. Ortadoğu üzerinden ilerleyen bu gelişmelerden Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değildi. Mısır’ın Rusya ile olan bağlarının artması, Libya’da Kaddafi’nin başa gelmesi, Yemen ve Etiyopya’daki değişimler, Irak ve Suriye’de Baas çıkışları gibi gelişmeler Rusya’nın Ortadoğu’da gücünün artmasına neden olan gelişmelerdi. Diğer taraftan, Suudi Arabistan, Basra Emirlikleri, Ürdün gibi Arap İslam Ülkeleri’nin ABD ile olan ilişkileri arttı. Aynı dönemde Filistin silahlı mücadeleye başladı. Yine Fransa’nın bu dönemde Rusya ile yakın olduğunu görüyoruz. Ardından Çekoslovakya olayları patlak verdi. Batı Avrupa’da özellikle Fransa’nın başkenti Paris merkezli sol ve sosyalist gençlik hareketleri ortaya çıktı. Bu dönemde Türkiye’de de olaylar ısınmaya başlamıştı. 1968 yılında İstanbul Üniversite’si işgal edildi. Burada başlayan eylemler hızla siyasal ortama kaymaya başladı ve yavaş yavaş politikleşen bir toplumsal ortam oluşmaya başladı. 1968’in en kritik olaylarından birisi ise 6.Filo’nun İstanbul’a gelmesidir. Bu olay sonrasında gençliğin eylemleri şiddetlenmeye başladı.
1969 Şubat’ında, İslamcı gazete Bugün’ ün kışkırttığı, iki ilerici insanın ölümüyle sonuçlanan ‘’kanlı pazar‘’ yaşandı. Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenaze törenindeki olayları protesto etmek üzere yüksek yargı organları mensupları Mayıs 1969’da yürüdüler. Ağustos’ta Türk Demir Döküm’ün 2.300 işçisi fabrikaları işgal ettiler. Eylül’de Ereğli Demir Çelik işçileri grevlerinin ertelenmesine karşı eylem yaptılar. Tarsus’ta yedi köy halkı 600 traktörle Ankara-Adana- Mersin yolunu trafiğe kapattılar. Ekim’de ODTÜ’de öğrencilerle jandarmalar arasında silahlı çatışma çıktı. Kasım’da Polis Enstitüsü öğrencilerinin boykotu, İstanbul’da Gamak Elektrik Motorları fabrikasında çıkan büyük çatışmada 7 işçinin kurşunlanması ve birinin ölümü…  (YURTSEVER,2016,s.101)
Daha sonraki dönemler ise silahlı çatışmaların hızla arttığı dönemlerdir. Sağ ve sol hareketler de kendi içlerinde çatışmalara ve bölünmelere başladı. Asıl olan soldaki bölünmelerdir çünkü sağ hareket kendisini belirli bir ideolojik çerçeve üzerinden tanımlamaktan ziyade devlet eliyle solun karşısına konulan bir harekettir. Tabi ki de bu sağ hareketin salt devlet destekli bir hareket olduğunun kanıtı değildir fakat büyük bir kısmı böyle bir örgütlenme yapısı içerisinde şekil almıştır.



1. Parçalanan Sol ve 15-16 Haziran Eylemleri
Önceki bölümlerde solun kendi içerisinde ki tartışmalardan ve bölünmelerinden bahsetmiştik. Bu iç çatışmalar ve bölünmeler bu döneme denk gelmektedir. Bu dönemde ülkenin içinde bulunduğu durum tam bir kaos ortamıydı. Hem sosyo-ekonomik hem de siyasal açıdan büyük bir kargaşanın içerisinden geçen ülkede solda kendi içerisinde parçalanmıştı. Bu dönemde karşımıza üç tane sol örgüt çıkıyor. THKP-C, THKO ve TKP/ML. Bu üç sol örgüt bu dönemin kaos ortamının içinde ortaya çıktılar. Yine bu dönemde meydana gelen önemli bir toplumsal hareketlilik olarak karşımıza 15-16 Haziran İşçi Eylemleri çıkıyor. Bu işçi eyleminin Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük ve görkemli eylemi olduğuna hiç şüphe yoktur. BU eylem 14 Haziran günü yapılan büyük sendika toplantısında örgütlendi. İlk gün 70 bin işçi fabrikalara girip çalışmadan beklediler daha sonra fabrikanın dışında yürüyüşe başladılar. Bu yürüyüşe diğer işçilerde katılmaya başladı. 16 Haziran günü daha kitlesel bir grup oluşmuştu ve sayı neredeyse 150 bine yakındı. Çatışmalar yaşandı işçilerden hayatını kaybedenler oldu. Devlet 16 Haziran akşamı olayları kontrol altına almayı başarabildi. Fabrikalar askerler tarafından kuşatıldı, yüzlerce işçi gözaltına alındı.

1971 Dönemi
1971 dönemine damgasını vuran üç tane sol yapıdan söz edebiliriz. Bu üç örgüt bu dönemde kısa bir süre içinde kendilerini duyurmayı başarabildiler. MDD hareketinden kopmalarından kısa bir süre sonra ses getiren eylemlere başladılar. Bir yıl içerisinde çatışmalar, eylemler, yakalanmalar ve kaçışlardan oluşan hareketli olaylarla beraber kendilerini toplumsal bir alanda var etmeyi başarabildiler. Bu hareketlerin hepsi TİP’in ve MDD’nin içinden çıkan hareketlerdir.
1.Olaylar
THKP-C’nin kurulmasında kısa zaman sonra gerilla timleri oluşturuldu ve zaman kaybetmeden eylemlere başlandı. İlk olarak banka soygunlarıyla başlayan eylemler daha sonralarda Mete Has’ın kaçırılmasıyla devam etti. Örgütün kendisini gösterdiği asıl eylem ise 17 Mayıs 1971’de İsrail’in İstanbul başkonsolosunun kaçırılması eylemidir. Daha sonrasında ise 23 Nisan günü konsolos ölü olarak bulunmuştu. Bu olayın ardından İstanbul’da sokağa çıkma yasağı konuldu. 25 bin polis ve asker sokaklarda aramalar gerçekleştirdi. THKO liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve arkadaşlarının yargılanması başladı. THKP-C’den Mahir Çayan, Ziya Yılmaz ve Ulaş Bardakçı; Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'ndan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna İstanbul Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtılar. 15 idam kararını bozan Askeri Yargıtay İkinci Dairesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarını onayladı. TBMM Adalet Komisyonu Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam cezalarını onayladı. Sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idamlarını onayladı. Cumhuriyet Senatosu; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararını onayladı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen idam cezalarını onayladı. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi lideri Mahir Çayan ve arkadaşları Ünye Radar Üssü'nden 3 İngiliz teknisyeni kaçırdı. Anayasa Mahkemesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam kararlarını usulden iptal etti. TBMM'nin idamları yeniden görüşeceği açıklandı. TBMM, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam kararlarını yeniden onayladı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi. Türkiye İşçi Partisi davası sonuçlandı. Genel başkan Behice Boran 15 yıla mahkûm oldu. 21 sanığa ağır hapis cezası verildi. Uğur Alacakaptan 6 yıl 3 ay, Uğur Mumcu 5 yıl 10 ay hapse mahkum oldu. Tüm bu olaylar sonrasında siyasal iktidarda meydana gelen değişiklikle beraber Türkiye toplumsal olarak yeni bir döneme daha girdi 1974’ten itibaren Türkiye için daha farklı bir dönemdir. 1974 sonrasında karşımıza farklı sol yapılar çıkmaktadır. Önceki bölümlerde bahsettiğimiz sol yapıların bu dönemde daha karmaşık ve parçalanmış bir hal aldığını göreceğiz.
1974 ve Sonrası
1971’den sonra Türkiye’de ki sol hareketi yeniden canlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkiye sol hareketinin daha keskin ve kitlelere daha çok yayılan bir hal aldığını görmekteyiz. Sınıfsal hareket daha önce görülmemiş bir şekilde örgütlenmiş bir halde sahaya çıkıyor. Emekçi kitlelerin milyonlara ulaşan sayısı ve sendikalaşma oranları Türkiye tarihinin en üst düzeyine ulaşmıştır bu dönemde. Sendikal hareketlilik Avrupa ülkelerinden Fransa ve Almanya’dan daha fazlaydı. 1977’de siyasal şiddet olaylarından ölenlerin sayısı 319’du; bu sayı 1978’de 1095’e, 1979’da 1362’ye fırladı. MHP’nin provokasyonu ile başlayan Kahramanmaraş olayları ise, Ecevit hükümetinin kasıtlı ihtimalinin de katkısıyla 100’den fazla insanın öldürüldüğü kitle katliamına dönüştü. Maraş olayları sonrasında sıkıyönetim ilan edilmiştir. Türkiye zor bir dönemden geçiyordu. Toplumsal düzenin kontrolü devlet yönetimden çıkmıştı. Artan olaylar alınan kararlarla bastırılamayacak bir hale geldi. Sol hareket Türkiye’nin her yerinde yaygın bir şekilde farklı fraksiyonlarda kendisini örgütlüyordu. Kitlelerin toplumsallığı artarak çoğalmakta bununla birlikte sol içerisinde ki illegal yapılarda paralel olarak artış göstermekteydi. Bu artış beraberinde çatışmaları ve durdurulamaz bir toplumsal kargaşayı oluşturdu.
Sol hareketteki yığınsallaşma, başka türlü söylenirse büyüme, nitel bir gelişme, bir ileri sıçrayış olamadı. Tersine, hareket büyüyüp yaygınlaştığı ölçüde nitelik ve derinlik yitirdi. Türkiye sosyalist hareketi, 1974-80 arasında yığınlarla bağ, örgütlenme ve eylemlilik açısından ileri, sosyalist nitelik açısından ise göreli olarak geri bir dönem yaşadı. 12 Eylül sonrası çözülüşü anlamakta bu nokta büyük önem taşıyor. 1974-1980 arasındaki 6 yıllık dönemin 1960-1971 arasındaki 11 yıllık dönemden ilk bakışta göze çarpan farkı, sol ve sosyalist hareketin pratikte birbirinden ayrışmış bölmelerinin belli bir kitle hareketi ve tabanı üzerinden ayrı hareket ve örgütlülükler olarak ortaya çıkmalarıdır. (YURTSEVER,2016,s185)
Sonuç olarak 1980 Askeri Darbesi üzerinde toplumsal olayların etkisi oldukça büyüktür. Bu süreç içerisinde meydana gelen gelişmeler ve bunların son noktada bir çözüme kavuşturulması açısından son yol olarak darbe denenmiştir. 1980 darbesinin toplumsal etkilerinin yanı sıra o dönemin içinde bulunduğu koşullarda siyasal dengesizliklerin ve istikrarsızlıkların etkisi oldukça büyüktür.
Siyasal Nedenler
12 Eylül 1980 darbesinin nedenleri arasında son olarak siyasal nedenleri ele aldık. Türkiye’nin o zamanki koşulları içinde siyasal açıdan bir istikrar söz konusu olması mümkün değildi. Ekonomik ve toplumsal olayların yanı sıra buna siyasal istikrarsızlıkların da eklenmesi darbenin yolunu hazırlayan en önemli nedenlerden bir tanesidir. 12 Mart muhtırasından sonra Süleyman Demirel hükümeti yıkılmış ve 1980’e kadar siyasal istikrar sağlanamamıştı. Burada 1971’den sonrasını almamınız temel nedeni 12 Mart’ta ordunun mevcut hükümeti indirmesinden kaynaklanmaktadır. Daha önceki dönemlere baktığımız zaman hükümetlerin ve partilerin o döneme kadar çok fazla çatışma içerisinde olmadığını çok fazla olmasa da siyasal düzenin korunduğunu görebilmekteyiz. 1971’den sonra ise olaylar farklı boyutlara evirilmiştir. Türkiye’ tarihinde siyasal düzenin en çok bozulduğu dönem 1971-80 arası dönemdir. Çalışmanın genelinde olduğu gibi darbeye etki eden siyasal boyutları da tarihsel açıdan sıralamak doğru olacaktır.

12 Mart Muhtırası
Muhtıranın nedeni  kardeş kavgası, ekonomik bunalımlar, ülke içerisinde ki kaos ortamı, tüm bunlara sebep olan hükümetin Atatürk’ün hedeflediği yoldan çıkması ve Türkiye’nin geleceğini tehlike altına sokması olarak gösterilmiştir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra 12 Mart Muhtırası şu maddelerden oluştu:
·         Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
·         Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
·         Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…
Siyasi İstikrarsızlıklar Dönemi
Muhtıranın verilmesinden sonra mevcut Süleyman Demirel hükümeti devrildi. Süleyman Demirel bu olaydan sonra istifasını verdi. Sonrasında ise Nihat Erim milletvekilliğinden istifa ederek ‘’partiler üstü reform hükümeti’’ni kurdu. 22 Mayıs 1972 yılına geldiğimizde başbakanın yeniden değiştiğini görmekteyiz. Bu tarihte Nihat Erim başbakanlık koltuğunu Ferit Melen’e devretti. 1 yıla yakın başbakanlık koltuğunda oturduktan sonra yerini Mehmet Naim Talu’ya devretti. Ülke genel seçimlere gitti. 14 Ekim 1973’te ülkede genel seçimler yapıldı. Seçim sonuçlarında tek başına hükümet kurabilen bir parti olmadığı için koalisyon hükümeti kuruldu. CHP-MSP koalisyonunda bir protokol imzalanarak başbakanlık görevine Bülent Ecevit getirildi. CHP-MSP koalisyonu birlikte ortak bir protokol imzaladılar. Bu protokolde milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkesine yürekten inanan; hukukun üstünlüğüne, demokratik hak ve hürriyetlere saygılı olan iki partinin ortak amaçlarının, kanunları herkese eşit olarak uygulayan, Atatürk ilkelerine bağlı bir devlet idaresiyle anlayış, kardeşlik ve sosyal adalete dayanan bir toplum düzeninin kurulması olduğunu belirtmişlerdi.  Kurulan bu koalisyon hükümetinin de çok fazla ayakta kaldığını söyleyemeyiz. Ülkenin içinde bulunduğu durumlar neticesinde hükümet yeniden değişmiş ve kısa süreli bir hükümet daha kurulmuştur. 17 Kasım 1974 tarihinde kurulan bu yeni hükümetin başına ise Sadi Irmak geçmiştir. Güvenoyu alamamasına rağmen 31 Mart 1975’e kadar Sadi Irmak Hükümeti’nin kaldığını görmekteyiz. Daha sonrasında Süleyman Demirel yine başbakanlık koltuğunda. 31 Mart 1975’te MHP-AP-CGP koalisyonuyla ile kurulan hükümetin başına Süleyman Demirel getiriliyor.
1977’de gidilecek olan genel seçimler 5 ay erkene alındı ve erken seçime gidildi. Seçimden CHP birinci parti olarak çıktı fakat TBMM’de yapılan güven oylaması sonucunda çoğunluğu sağlayamayan Ecevit 3 Temmuz 1977’de görevinden istifa etti.
https://tr.wikipedia.org/wiki/1977_T%C3%BCrkiye_genel_se%C3%A7imleri
Sonrasında gelen geçici hükümet ise yine Süleyman Demirel başkanlığındaki 41.Türkiye Hükümeti’dir. Bu hükümet ise 5 Ocak 1978 tarihine kadar görev yapmıştır. 5 Ocak’ta yapılan pazarlıklar sonrasında tekrar Ecevit başbakan oluyor. 1979 yılına geldiğimizde ise Türkiye tekrar ara seçime gidiyor. Bu dönemde boşalan 5 milletvekilliği için Konya, Manisa, Aydın, Edirne ve Muğla’da seçimler yapılmış ve 42. Hükümet düşmüştür. Yeni kurulan hükümetin başına tekrardan Süleyman Demirel geçmiştir. Bu dönemde önemli bir gelişme mevcut . Adını tarihinden alan ‘’24 Ocak Kararları’’ dönemin en önemli gelişmelerinden birisidir. Nitekim yeni gelen hükümet de çok fazla kalamadı 12 Eylül 1980’de darbe gerçekleşti.
Sonuç
12 Eylül darbesinin arkasında yatan nedenlere baktığımızda karşımıza çıkan sonuç bize darbeyi sadece toplumsal veya sadece ekonomik olarak ele alamayacağımızı göstermektedir. Arka planda çok boyutlu etkenlerin olduğunu görüyoruz. Bunlar hem toplumsal hem ekonomik hem de siyasal nedenlerden kaynaklı olarak gelişen olaylar zincirinin bir sonucu olarak son noktada çözüm yolunun darbeden geçtiğini göstermektedir. Yine burada darbenin sadece yerel boyutta şekillendiğini söylemek doğru olmayacaktır. Darbenin arkasındaki nedenlerin büyük bir çoğunluğu küresel etkiler barındırmaktadır. Mesele sadece ülkenin içinde bulunduğu durumdan bir kurtuluş meselesi olmamakla birlikte sadece dış güçlerin Türkiye üzerinden kurduğu stratejik planlarda değildir. Bazı dönemler ülkeler için bir değişim noktasıdır. 12 Eylül bu noktada kilit bir hal almaktadır. Günümüzde yaşadığımız toplumsal, ekonomik ve siyasal durumun kilit noktalarından birisinin 12 Eylül olduğunu görebiliyoruz. Bugün hala 12 Eylül’ün getirmiş olduğu anayasayı kullanmaktayız. Günümüzde toplumsal hareketliliğin en az olduğu, demokrasi geleneğinden uzaklaşan, gittikçe anti-laik bir hal alan yerlere bakacak olursak buraların 1980 öncesinde devlet tarafından sağın örgütlendirildiği  yerler olduğunu görebiliriz. Bu durumda 1980 darbesini sadece o dönemin koşullarıyla ilişkilendirmek doğru değildir. 80’ler dendiği zaman aklımıza ilk gelen şey o dönemin giyinme kültürü, müzikleri aklımıza gelir. Bunun en önemli nedeni bu dönemden sonra insanların popüler kültürle olan ilişkisinin artmaya; siyaset, bilim, felsefe gibi konulardan gittikçe uzaklaşmaya başladığı bir dönemdir. Çünkü insanlar bu tüketim toplumuna ne kadar adapte olurlarsa sistem için o kadar az zarar teşkil etmeye başlarlar. Bu duruma gelene kadar birçok önemli olay gerçekleşmiştir. Türkiye açısından bakacak olursak 1980 askeri darbesi bu önemli olaylardan birisidir. 12 Eylül’ün sosyolojik açıdan hala önemli olduğunu gösteren önemli bir örnek ise 2016 yılında gerçekleşen darbe girişimin arkasındaki yapının 1980 sonrasında gelen neoliberal politikalar ve teknolojik yeniliklerin kullanımının arttırılmasıyla  beraber bu döneme uygun, modern okullar yoluyla kurumsallaşmaya başladığı dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak kapitalist sistem her ne kadar en uzun süre ayakta kalmayı başarabilen bir sistem olsa da kendi yapısal durumundan kaynaklanan krizlerin sonunu getirmeyi başarabilmiş değildir. Sistem sürekli olarak krizlerden geçmekte ve kendisine farklı çözüm yolları üretebilmektedir. Bu noktada bazen kendi iç dinamikleriyle sorunları aşmayı başarabilmiş bazı durumlarda ise dışarıdan müdahaleler yoluyla ayakta kalmıştır. Türkiye 1980 öncesi dönemde çok farklı bir durumun içerisindeydi fakat 1980’den sonrada işlerin çok iyiye gittiğini söylemek doğru değildir. Bu noktada darbeler sadece koşullara bağlı gelişen krizleri veya çıkmazları aşmak için gerekli görülen eylemlerdir. Hiçbir zaman sistemin bozuk çarklarını düzene sokamazlar.





















Kaynakça

Aybar, Mehmet A.(2014), ‘’Türkiye İşçi Partisi Tarihi’’, ed: Kıvanç Koçak İstanbul, İletişim Yayıncılık
Aydemir, Şevket S. (1973), ‘’İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali’’, İstanbul, Remzi Kitabevi
Ercan, F. ve Öztürk, Melda Y. ,’’ 1979 Krizinden 2001 Krizine Türkiye’de Sermaye Birikimi Süreci ve Yaşanan Dönüşümler’’, Praksis 19, s. 55-93, Dipnot Yayınları.
Güzel, Mehmet Ş. , ‘’Cumhuriyet Dönemi Ansiklopedisi’’, cilt:8, s.1870, İstanbul, İletişim Yayınları,1983.
Harvey, D.(2015), ‘’Neoliberalizmin Kısa Tarihi’’, Aylin Onacık (Çev.),İstanbul, Sel Yayıncılık
Kazgan,G.(2013), ‘’TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KRİZLER(1929-2009)’’Ekonomik Politik’’ AÇISINDAN BİR İRDELEME’’, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ed: Göksün Yazıcı
Rolston, Bill ‘‘Murals and Resistance in Santiago, Chile”, 2011 çev : Elçin Gen ‘’ Santiago’da Direniş ve Duvar Resimleri ‘’ 2015, http://www.e-skop.com/skopbulten/sanat-ozgurluk-santiagoda-direnis-ve-duvar-resimleri/2642
Savran, S.(2010), ‘’Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri -1’’, Cilt 1, İstanbul, Yordam Kitap
Türel, O.(2017), ‘’Küresel Tarihçe,1945-79’’,İstanbul, Yordam Kitap
Yurtsever, H.(2008), ‘’Yükseliş ve Düşüş Türkiye Solu 1960-1980’’, İstanbul, Yordam Kitap



Etiketler:

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa